.
.
Tekâmül etmek için Türkiye kadar zengin bir başka ülke daha yok
.
“İlahiyatçısından Ulemasına,
Şeyhinden Hoca efendisine,
Hiç kimseye rasyonel tek gık bile çıkarttırmadan
İslam felsefesi adına bilinen herşeyi
ama herşeyi tepetaklak eden
Bilinen herşeyi süper-bilinmeyenler eliyle değiştiren
Binylın Kuran Tefsiri Levh-i Mahfuz kitabı,
bugüne gelinceye kadar 3 büyük güncelleme geçirdi.
3 büyük bilgi ilavesi yaşandı.
2006’da Tanrı’nın doğum günü.
2009’da İndigo Mehdi.
2013’te Şeyhtan’ın Son Günü.
Bu bölümlemelerin başta ben olmak üzere hepimizin
ruhsal yolculuğundaki yeri ve amacı farklı oldu.
Bundan sonra başka cilt olursa,
onların da yeri ve amacı farklı olur muhakkak.
ŞŞG App için ŞSG bölümünü yeniden okuduğum
şu günlerde farkettiğim bir şey şu.
Hiçbir diğer kitapımızda var olmayan farklı bir durum var ŞSG’de.
Şeyhtan’ın Son Günü, evrensel bilgi ile güncel gerçekler örtüşmesinde gerçekten çok çok üst düzeyde.
İleride bu yılları geri getirmek ‘zor’ olabilir.
Milyon yıllık gerçekler ile günlük, haftalık bilgilerin,
üstelik doğru lokasyonda (Türkiye’de) bu biçimde buluşması
bir daha yakalanması mümkün olmayabilecek
bir tekâmül şansı.
Bize böyle bir tekâmül tiyatrosunu bahşeden
cömert Rabba ne kadar şükretsek gerçekten azdır.
Bu yılları geri getirmek ileride gerçekten ‘zor’ olabilir.
İyisi bu yıllar geçmeden, eldeki bilgiyi doğru algoritmalarla
yeniden ve parçalaya parçalaya okumak.
İleride okuduğumuzda bazı şeyleri tarih olarak okuyacağız.
Tarihin daha henüz GÜNCEL olduğu günlerde
onunla buluşmanın keyfini tarif etmek mümkün değil.
Bu bir Dinazor yumurtasının çıtırdaya çıtırdaya parçalandığı
ve içinden yavru bir ejderhanın çıkışına
gözlerinle tanık olmak gibi birşey.
Bu deneyim, müzede kırmızı şeritler arkasından
Dinazor fosillerini hayran hayran izlemekle bir olabilir mi?
Şu da bir diğer özel durum.
Şeyhtan’ın Son Günü’nden hayatı en fazla etkilenecek kesimler
henüz Şeyhtan’ın Son Günü’nün cildinde dokunamadı.
Yasaklılar.
‘Doğru zaman geldi’ işaretini almadığımız için
ortaya çıkıp, duvarlarına yüklenmedik.
Duvar da olsa amacımız hiçbir zaman yıkmak olmadı.
Aykırı din söylemlerine sahip,
reformist ilahiyatçılardan değiliz biz.
Duvarları kırmaya çalıştılar yıllar boyunca.
İyi niyetle de olsa yapabildikleri Çin Seddi’nde
küçük tavşan delikleri açmaktan öteye geçmedi.
Bizim durumumuz bambaşka.
Biz 1 milyar insanın inanç duvarlarını
tek tıkda yıkacak çekice sahibiz,
fakat bu inanç kalıplarını bir kez yıkılacak olduğunda
yıkılmış bir milyar insan trajedisinin
nasıl birşey olacağı hakkında kesin fikirlere sahibiz.
En dik haliyle dünyanın bu kadar gerisinde kalmış bir kalabalığın,
güvendiği dağlara kar yağmış,
Tanrı tarafından hayal kırıklığına ‘uğratıldığına’ inanmış halini
gerçekten görmek bile istemezsiniz.
Böyle bir dünyada nefes almaya gerçekten
ama gerçekten tahammül edemeyiz.
Ahlaki hassasiyet ayarı azıcık gevşemiş bir muhafazakarın
nelere malolabildiğine tanık olmakta olan bizler,
bu insanların inanç sistemlerinin tümüyle yıkıldığı
bir sahnenin yakınından dahi geçmek istemeyiz.
Binyılın Kuran Tefsiri Levh-i Mahfuz’u bu yüzden
en gür ama en kısık sesimizle
bir kısım insana duyurmaya çalışıyoruz.
Ne kadar zor bir iş olduğunu bir ben
bir Allah bir de bilenler bilir dostum…
Samanlıkları zamana havale edip ötelediğimiz bir durumda,
elimizde bir mıknatısla küçük iğneler arıyoruz.
Samanların arasında vakit kaybetmesin.
Kendisini yalnız hissetmesin.
Gerekli akıl kapasitesine sahip olduğu halde
evrenin gerçek bilgilerinden uzak kalmasın diye.
Benim diyen sorgulamacı rasyonelin bile
Tanrı’yı üfürükçülerin uydurduğu tevatürler üzerinden
baz alma gafletine daha fazla düşmesin diye
elimizdeki küçük mıknatıslarla,
dünya samanlığında geziyoruz her birimiz.
Bir diziye bakıyorum arada.
Fena birşey değil. Konusu ise gerçekten çok anlamlı.
Adı Revolution. Devrim.
Dünyada bir gün elektrikler çat diye kesiliyor.
Elektrikler gitmiyor. Elektrik olgusunu içeren
hiçbir cihaz çalışmaz hale geliyor.
Karartılmış bir dünyada bir grup vatanseverin
Deccal general milislerin
kendi krallıklarını ilan ettikleri topraklarda
Amerika Birleşik Devletleri’ni (Malum, bu 1 Amerikan dizisi)
yeniden kurma çabalarını izliyoruz dizi boyunca.
Yakın bir kitapçıya gidin,
ücretsiz karıştırın Levh-i Mahfuz’u.
O mıknatısın içinizde az bile olsa
birşeyleri kıpraştırmaya başladığını,
önyargı buhranının arasında kimi kelimelerin
sizi çekmeye başladığını hissederseniz,
bu mıknatısın hayat vereceği
öncelikli insan grubundansınız demektir.
Sarılın ona. Orada hayat bulacaksınız.
Ama da, bizim mıknatıs dediğimiz enerji,
size iğneler batırıyor gibi hissederseniz de
şimdilik uzak kalma hakkınızı kullanın.
Koyverin, samanlık seyran olsun gitsin.
Şeyhtan’lar, Şeyhtan’ın bir gün son bulabileceği fikrinden
hiç haz etmediği gibi, o günün bugün olması,
kitabın belirli kesimlerde yasaklanmasını kaçınılmaz kıldı.
Şöyle düşünelim.
Futbolun erkekler tarafından keşfedilmediği günlerde yaşıyoruz.
1986 senesinde bilgisayarın başında oyun yazarken,
bu bilgisayarda ne bulduğum konusunda
bana tuhaf tuhaf bakan kızkardeşimin,
babamın (tabi annemin de) bugün en değerli
kişisel eşyalarının bilgisayarlarının olması gibi bir durum bu.
İçinde olduğumuz bu yıllarda,
tekâmül etmek için Türkiye kadar
zengin bir başka ülke daha yok.
Bu muhteşem, bir daha ele geçmez fırsatı,
‘Başım ağrıyor.’,
‘Bıktım bu ülkeden.’ gibi vosvoslar eşliğinde
heba etmeyelim derim.
Okuyalım, tadını çıkaralım.
Mıknatıs zamanı şimdi diyorsa tabi.
Sevgiyle.”
Levh-i Mahfuz’un İlk Okuyucusu
buRAK özDEMİR
.
.
.