HELAK mekanizması Güzel ülkemiz için ilahi planda işletiliyor.

.

Güzel ülkemiz için ilahi planda HELAK mekanizması işletiliyor.

“Hep birlikte bunların yaşanmaması için

çok ter döktük.

KADERİ DEĞİŞTİRMEK MÜMKÜN

FAKAT ONDAN KAÇMAK

NE YAZIK Kİ MÜMKÜN OLMUYOR.

Güzel ülkemiz için

ilahi planda HELAK mekanizması işletiliyor.

Dün-yada her ülkede sıkıntı var

ancak hiçbir ülkenin manevi sıkıntısı ve sıkışmışlığı

bizim ülkemizinkinin yanına bile yaklaşamaz.

HELAK mekanizması işliyor çünkü.

Bilgiye en yakın yerde olmanın

şiddetini yaşıyoruz.

10 yıldan beri yazageldiğimiz üzere,

bunun daha fazlası olacak.

Onun da fazlası olacak.

Kavanozun ağzı kapatıldı.

Hızla çalkalanıyoruz.

Şahsım ve ideallerim olarak,

her zaman olduğum yerde olmaya,

yüzümü döndüğüm yere

bakmaya devam edeceğim.

Bu kavanozun içinde

yapabileceğiniz tek şey doğru olmak,

doğru durmak

ve ne kadar karizmatik durursa dursun

ESKİ ÖĞRETİLERİN TÜMÜYLE

İLİŞİĞİNİZİ KESMEKTİR.

ESKİ İNANIŞLARI YAŞATMAYA ÇALIŞAN HERKESİN

ÇALKALANA ÇALKALANA İÇİ DIŞINA ÇIKARILACAK.

Sizi ağırlaştırdığından bihaber olduklarınızla

denizin dibini ağır ağır boylamamak için,

KENDİNİZİ VE SEVDİKLERİNİZİ HAFİFLETİN.

ÖZGÜRLEŞİN.

LEVH-İ MAHFUZ

HELAK SİGORTANIZ OLSUN.

Helak 100 kişinin ölmesinden ibaret bir oluşum değil.

100 kişi öldü, belki de onlar hiçbirşey hissetmedi bile.

Helak olanlar geride kalanlardan başkası değil.

HELAK İNSANI GÜNCELLENMEYE İTEN

MANEVİ SIKIŞMA.

VE BU ÖLÜLERE DEĞİL

DİRİLERE HİTAP EDEN BİR SİSTEM.

Elçinin yolunda olanlar helak edilemezler,

çünkü zaten güncellenmişlerdir.

Ve bu yüzden manevi bir sıkışma yaşamazlar.

Dünya perdesinde, her sağlıklı insan gibi

olan bitene duyarlılık gösterir, üzülürler

fakat tüm bunlar onlarda

manevi bir sıkışma meydana getirmez.

Herşeyin bu ANDA olduğuna

inanmanıza engel oluşturuyorsa,

karma/kadere inanmamanızda yarar olabilir.

İhtiyacımızın olduğunu söylediğimiz bazı bilgileri,

kopya çekip tekamülü ileri sarma amaçlı merak ediyoruz.

Merak etmek olmasa da,

sadece yaşanarak

idrak edilmesi gereken fazları sızdırmak

ilahi planda müsadesi olmayan bir elçilik biçimi.

Sevgiyle.”

buRAK özDEMİR

BİR KİTAP HAYAL EDİN

İçinden SONSUZLUĞUN kitabı

Kur-an-ı Kerim çıkacak

www.dogumgunu.com.tr

Evet, hepimize uğrayacak bu virüs ama ne kadar geç uğrarsa o denli şanslı olacağız.

vvv

“Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Bu virüsten kaçış yok arkadaşlar. İstisnasız hepimiz yakalanacağız. Ama ne kadar geç yakalanırsak o kadar iyi, bunu en sonda açacağım. Aynen grip virüsünde olduğu gibi önümüzdeki yıllar, on yıllar boyunca bu virüsle yaşamayı öğreneceğiz. Emin olun bu kesin. Şu an alınan karantina, tatil, izin vb önlemlerinin tamamı virüsün yayılma hızını yavaşlatıp, sağlık sektörünün çökmemesini sağlamak üzere alınıyor.

Virüs dediğimiz şeyler aslında öldürücü, şeytani birer düşman değiller. Onlar da aynen bizim gibi üzerinde konuşlandıkları alan sayesinde yaşayan canlılar. Zaten genelde hayvanlardan bize geçiyorlar ve evet, hayvanları genelde öldürmüyorlar. Çünkü kendileri de yaşamak için üzerinde yaşadıkları canlılara muhtaçlar. Yüzyıllardır hayvanlarla beraber yaşamaya alışmışlar.

E peki biz neden ölüyoruz? Çünkü birbirimizi tanımıyoruz. Virüs kendini hala hayvan vücudunda zannediyor. Yeni yerleştiği konağın şartlarını henüz bilmiyor. Belli bir süre geçtikten sonra hem bizler onlara bağışıklık kazanacağız hem de onlar kendi sonsuz yaşamları için mutasyona uğrayacaklar. Böylece beraber yaşamaya alışacağız.

Mesela aranızda herpes labialis adlı virüsü duyan oldu mu hiç? Duymadınız ama kendisi dünyanın en yaygın virüslerinden birisi ve bir kere vücudumuza girdikten sonra biz ölene kadar vücuttan atılamıyorlar. Peki ne yapıyor bu virüs? Dudağınızda uçuk çıkarıyor. O kadar işte. Bizi öldürmüyor çünkü biz ölürsek kendisi de yaşayamıyor.

Grip virüsü de hemen hemen öyle. Öldürücülük oranı %0.1 civarı ve genelde zaten vücudunda kronik sorun olanları öldürüyor. Her sene ve her sene dünyada yarım milyar insan grip virüsüne yakalanıyor. Bu şekilde birlikte yaşamaya alıştığımız tonla virüs var. Corona virüsler (sars, mers vb) ile de yaşamaya alışacağız (tabii mers ile belki 1000 yıl sonra).

Sadede gelirsem, dediğim gibi hepimiz bu virüse yakalanacağız. Hatta belki birçoğumuz yakalandı bile ama fark etmedi. Ve hatta hastalığı da atlattı. Vücudu virüsle yaşamaya çoktan alıştı ya da virüs o vücutta yaşayamadı ve başka konaklara geçti. Bu konuda en güzel örnek Diamond Princess gemisi. Gemideki 3700 kişinin 700’ünde test pozitif çıkmış. Ama bu 700 kişinin 350’si hastalığı hissetmemiş bile. Ve hala da çok sağlıklılar. Yatak döşek yatmıyorlar. Ki yaş ortalamaları da baya yüksek.

Peki neden böyle? Çünkü o 350 kişinin bağışıklık sistemi çok güçlü. Yani bu hastalıkta en önemli şey bağışıklık sistemi. Aramızda bağışıklığı iyi olanlar, spor yapanlar, doğru besinleri alanlar, sigara içmeyenler vb. bu hastalığı belki hissetmeyecek bile. Belki hafif bir grip gibi atlatıp hayatlarına devam edecekler.

Ne yapmak gerekiyor? Öncelik vücut direnci. Spor ve hareket. Sonrası beslenme. Özellikle meyve sebzeler ile daha spesifik şeyler, mesela sarımsak, yoğurt, kefir, yeşil çay vb. Sonrası ise besin takviyeleri. Özellikle c vitamini, çinko, beta glukanlar (1.3 ve 1.6) ve kara mürver ekstresi. Meyve sebzeler ve takviyeler eğer kendinize de dikkat ederseniz bu kışı atlatmanızı sağlayabilir. Çünkü bağışıklık sistemini çok dirençli hale getiriyorlar.

Dediğim gibi, bu virüsle yaşamaya alışın. Önümüzdeki yıllarda, hatta belki aylar ya da haftalarda mutasyona da uğrayacak, ya daha ölümcül olacak, ki kendi de kaybeder, bu yüzden bunu düşük olasılık görüyorum, ya da o da bizimle yaşamayı öğrenecek. Aşısı bulunsa bile mutasyona her uğradığında aşı işlevini kaybedecek. Grip aşıları da öyledir. Sizi sadece geçmiş senelerin grip virüslerinden korur. Yenilerinden değil. Yani tam koruma sağlamaz. Tam koruma her zaman için bağışıklık sisteminizdir.

Fakat dediğim gibi virüsün canlılığını devam ettirebilmesi için bulunduğu konağı öldürmemesi ve başka konaklara geçebilmesi gerekiyor. Bunun için de mecburen mutasyona uğramak zorunda. Mutasyon dediğimiz şey ise nesille alakalı ve virüsler çok hızlı üreyip öldükleri için bizlerde yıllar alan nesil değişimi onlarda saatler alabiliyor. Bu sayede çok hızlı mutasyon geçiriyorlar. Ve büyük bir olasılık süre geçtikçe virüs bulaştığı kişiyi öldürmeyecek şekilde mutasyon geçirecek. Yani bu virüsü ne kadar geç kaparsanız tehlikesi o kadar az olacak.

Evet, hepimize uğrayacak bu virüs ama ne kadar geç uğrarsa o denli şanslı olacağız. Bu yüzden olabildiğince evden çıkmamak, hijyene dikkat etmek, gerekli şekilde beslenmek, hareket etmek ve gerekli takviyeleri almak gerekiyor. Bunları yapanlar emin olun hepimizden uzun yaşayacak.”

Özet

1- Kendinizi karantinaya alın. Virüsle en geç temas edenler en şanslıları olacak

2- Hijyen. Olabildiğince temizliğe dikkat edin.

3- Meyve sebze yiyin.

4- Bağışıklığa iyi gelen sarımsak, kefir, yoğurt gibi besinler tüketin.

5- Bağışıklığa çok iyi gelen besin takviyeleri ve vitaminler alın. Örnek: beta glukanlar, c vitamini, çinko, kara mürver ekstresi vb.

6- Hareket edin ve evinizde spor yapın.

7- Sigarayı bırakın.

8- Bol su için.

.

.

Lütfen yaşlı insanlara ACIYIN… ONLARIN HAYATI SİZİN ELİNİZDE…

coronavirus-graphic-web-feature

Lütfen yaşlı insanlara ACIYIN… ONLARIN HAYATI SİZİN ELİNİZDE…

İtalyan Doktor Daniele Machini İtalya’daki dehşeti ve virüsün boyutunu anlatıyor.

“Büyük bir trajedi yaşanıyor ülkemizde. Yaşlı hastalar ölmeden önce ağlayarak bize yalvarıyorlarken yakınları ile vedalaşmak istiyorlar. Tek başına ölmek istemiyorlar… Yakınları ile kamera aracılıyla vedalaşıyorlar. Ölmeden önce bilinçlerini kaybetmiyorlar. Komaya girmiyorlar. Can çekişiyorlar. Boğuluyorlar.

Her şeyin farkındalar. Genelde karı koca aynı gün ölüyorlar. Çocukları torunları uzaktalar. Bu hastalık gripten çok çok daha ağır geçiyor. İnanın çok çok daha farklı. Lütfen ona grip demeyin.  Alakası yok. Hastalar en az 7 gün 10 gün evde kalıyor. Kimseye bulaştırmak istemiyorlar. Ateşleri çok yüksek. Ağırlaşınca geliyorlar çünkü artık dayanamıyorlar boğulma hissine. Nefes alamıyorlar. Oksijene ihtiyaçları var.

Bu virüs için ilaçlar çok az. Biz sadece yardım etmeye çalışıyoruz. Ama her şey hastaya bağlı. Erken ya da geç hastaneye gelmeleri hiç bir şey değiştirmiyor. Son aynı son Yaşlılar dayanamıyor. Hemşirelerin gözlerinden yaşlar akıyor. Herkesi kurtaramıyoruz farkındayız. Hayati fonksiyonlar düşük olanların sonu belli. Makineler yalan söylemiyor. Çok acil yeni yataklara ihtiyacımız var. Ağırlaşanlar çok fazla. Hastanelere akın akın geliyorlar. Şaşkın surat. En ağır hastaların isimleri kırmızı ile yazılı ki artık başka bir renk yok. Herkese ayni prosedürler uygulanıyor. Hastalık aynı. Yaygın Pnömoni çift taraflı. Lütfen söyleyin. Hangi grip bunu bu trajediye sebep olur?

Grip bu kadar bulaşıcı değildir ve çok nadir pnomoniye dönüşür. Bu virüs ise çok farklı. İnanılmaz bulaşıcı ve inanılmaz ağır seyrediyor belirli bir grup için. Genç insanlarda basit bir grip gibi geçen hastalık yaslılarda değişiyor. Bizim ülkemizde yaslı insanlarımız çok ve 65 yaş üstü neredeyse herkesin kronik hastalığı bulunur. Diyabet, yüksek tansiyon. Ne yazık ki ağır hasta olan gençler de var. Onları görürseniz genç olduğunuza sevinme sebebiniz kalmaz. Hastanede artık cerrah ortopedi uzmanı kadın doğum göz ya da cildiyeci artık yok. Hepsi korona virüs savaşçısı oldu. Bütün bölümler bu hastalıkla savaşıyor. Hastalar saat başı  çoğalıyor. Test sonuçları arka arkaya geliyor…

Pozitif. Pozitif. Pozitif. Bütün hastaların evrakları üzerinde ayni şikâyetler yazılı. Yüksek ateş. Nefes darlığı. Öksürük. Boğulma hissi. Çoğu yoğun bakımda. Bazıları zor nefes alıyor oksijen maskeleri altında. Bazıları artık almıyor. Yoğun bakım üniteleri doldu. Yenileri açıldı. Oksijen makineleri altından değerli.

Artık hastanede ameliyatlar yapılmıyor. Ameliyathaneler de yoğun bakıma dönüştürüldü. İnanamıyorum. Her şey o kadar çabuk gelişti ki Hepimiz çok yorgunuz. Kimse durmak istemiyor. Herkes gece yarılarına kadar hastanede. Doktorlar hemşire gibi çalışıyor. Ben bir doktor olarak 2 haftadan beri evime gidemiyorum, ailem için korkuyorum. Bulaşırsa onlardan da yaşlı akrabalarımıza bulaşır. Kamera ile çocuğumla görüşüyorum. Ara sıra fotoğrafına bakıyorum. Ağlıyorum.

Bizim suçumuz yok. Sizin de suçunuz yok. Bize bu hastalığın bu kadar tehlikeli olduğunu söylemeyenler suçlu. Bizden sakladılar. Basit bir grip gibi lanse ettiler. Oysa durum farklıydı. Önlem alınmadı. Geç kalındı. Lütfen evlerinizden çıkmayın. Bizi dinleyin. Sadece çok acil durumda çıkın. Kesinlikle markete alışverişe gitmeyin. Bu en kötüsüdür. Herkes ilk önce oraya gider. Hasta birisi ile orada  görüşmeniz büyük olasılıktır. Kapanmaya az kala gidin, az insan varken alış veriş yapın. Basit maskeler kullanın. FFP2 FFP3’leri bize bırakın. Artık maske bulmak çok zorlaştı. Bizim de sağlığımız risk altında. Bazı doktorlarımız artık virüs taşıyıcısı oldular. Onlar da ne yazık ki en yakınlarına bulaştırdı. Bir çoğunun akrabası hayat ile ölüm arasında. Kaybedilmek üzere.

Lütfen kendinizi koruyun, önlem alın. Yaşlılarınıza söyleyin dışarı çıkmasınlar. Hastalarınıza da yasaklayın. Yiyeceklerini siz alın.

Bizim evde kalma seçeneğimiz yok. Bu bizim işimiz. Son günlerde hiç alışık olmadığımız işler yapıyoruz. Ama yapmak zorundayız. Bizim görevimiz insanları kurtarmak. Bunu bazen başaramasak da  ağır hastalara yardım edemesek de son dakikalarına kadar yanlarındayız. Biz doktorlar sürekli risk altındayız. Eskiden de öyleydik. Hasta AIDS’li ya da hepatitli olup olmadığını bilmeden kan testlerini yapıyorduk. Bazen iğne bizim elimize de batıyordu. Korkuyorduk.  Acaba bulaştı mı diye kendimize de testler yapıyorduk. Sonra da mide bulantılarına sebep olacak ilaçlar almak zorundayız. Ve ne yazık ki her üzüntümüzü de evimize taşıyoruz. Tamamen insanca davranıyoruz. Eğer ağır hastayı tedavi edemesek bile acılarını en aza indirmeye çalışıyoruz. Şimdi bize KAHRAMAN diyorlar. Oysa daha dün bizi suçluyorlardı. Yarın her şey geçtikten sonra bizim yaptıklarımız da unutulacak. Her şeyin unutulduğu gibi.

Simdi düşünelim hep birlikte. Biz doktorlar hastanede bulunan insanların yaşamlarına dokunabiliyoruz. Onları yaşatmaya çalışıyoruz. Lütfen epidemiden uzak olsanız da dikkat edin. Kalabalık yerlerden uzak durun. Sinemaya müzeye spora gitmeyin. Lütfen yaşlı insanlara ACIYIN… ONLARIN HAYATI SİZİN ELİNİZDE…

Siz ise bizden çok daha fazla insanın hayatına dokunabilirsiniz. Onları koruyabilirsiniz. Bunları paylaşın. Tüm dünya okusun. Henüz çok geç olmadan.”

Italya Bergamo Humanitas Gavatseni hastanesi.

Dr. Daniele Machini

.

Umutlarınıza söyleyin gönlü rahat olsun.

1aistekli

.

BENİM GÖREVİM HERKESİ BİR ÜST BİLİNCE YÜKSELTMEK.

1

“Levh-i Mahfuz‘u bir ayran şişesine benzetiyorum.

Hareketsiz bırakıldığında suyu tepede,

yoğurdu aşağıda mana-dışı bir içeceğe dönüşüyor.

Bu bir enerji içeceği:

ÇALKALAYARAK İÇİNİZ.

Darılmaca, gücenmece yok.

Yok dediğime bakmayın,

herkesin seçimi saygıdeğerdir.

Bu şişeyi biraz çalkalayacağım.

Zıvanadan çıktı diyip uzaklaşmak serbesttir.

Yayık ayranı için bir o yana

bir bu yana savrulmak kaçınılmazdır.

Kimsenin ismine, şahsına asla hitabım olmaz.

Bunları görmem zaten.

Ben satırlardaki düşünceleri okurum

ve onu meydana getiren

 işletim sistemine ulaşırım.”

2

“’Kürtler’ başlığı altında burada yazılanlar,

sağlam bir çalkalama meydana getirmiş.

Bunu bir adım daha ileri götüreceğiz.

Hatta on adım ileri.

Şöyle ki;

‘Eyyy Tayyip Erdoğan’ minvalinde

bir yazı yayınladığımda yaşa varol, tıklar, beğeniler…

‘Kürtler DE’ dediğinde ise

 bu sayı üçte bire düşüyor.

Bu sayıyı 3’te 3 yapmaya çalışmayacağım.

Tam tersine,

buradaki toplam sayıyı

1/3’e eşitlemeye gayret sarfedeceğim,

çünkü buradaki gerçek sayı

yobazlığın 360 derece bir konu algılayan

insan sayısı kadar.”

3

“Yüzbinlerce kere yazdım,

artık klavyemde o harfler

daha hızlı eskimeye başladı:

– LEVH-İ MAHFUZ,

DİNCİLERE DARBE İNDİRME KİTABI DEĞİL.

Arayışınız buysa bunu yapan ilahiyatçılar var

onları takip edebilirsiniz.

Dincilere darbe indireee indireee

onları tek parti iktidarı yapan

reformist ilahiyatçılar var,

onları izleyin, burası size acı verir.

Çünkü burada gericilik

360 derece bir konu olarak tanımlanır.

HAYATIN HER ALANINDAKİ

GERİCİ-LİĞE DARBE İNDİRİLİR.

GERİCİ-LERE DEĞİL GERİCİ-LİĞE.

YANİ ZİHİN YAPILARINA.”

4

“KİMSEYLE SAVAŞMIYORUM,

BENİM GÖREVİM

HERKESİ BİR ÜST BİLİNCE YÜKSELTMEK.”

“Din branşının gericiliği benim Greenwich’imdir.

Oradan başlarım, başlangıç meridyenimdir.

Fakat asla orada durmam,

bütün meridyenlere uğrarım.

‘Bize gelme o meridyene git, döv onu.’

Bunlara kulak asarsam,

insanların tıklamaları için yaşamış olurum.

Bu da beni sadece

Allah’ın tıklamasını almaya odaklanmış

değerlerimden uzaklaştırır.”

5

“Şu süreçte yazacaklarımla,

LİMİTLERİNİZİ ZORLAYACAĞIM.

SİZİ,

BENİ VE/VEYA LEVH-İ MAHFUZ’U

TAKİP ETMEMEYE DOĞRU İTECEĞİM.

‘Yazıyı okudum hemen ilk iş

 LM App’I sildim telefonumdan’ları

biraz daha yaygınlaştırmaya çalışacağım.

SİLENLER SİLSİN,

GERÇEK VE NİHAİ ARKADAŞLARIMIZ

HER KİM İSE ONLARLA BULUŞALIM.

Birbirimize vakit kaybettirmeyelim.

Ben size, siz bana.

İşim çok, 360 derece.”

6

“Ben uzaklaştırmaya çalışacağım.

Direnirseniz siz direnecek ve kalacaksınız.

BEN, BU ÜLKEYİ,

KAOSUN ANAVATANI HALİNE GETİREN

O PROBLEMATİK ZEKA YAPISINA

UYUM SAĞLAMAYACAĞIM.

Sağlarsam bu benim intiharım olur.

Güveninizi asıl size uyum sağlarsam

kaybetmem gerekir.”

7

“Yazıların altındaki rakamların bir dili var.

Şöyle diyor ve beni çok rahatsız ediyor.

‘Öyle olursa tıklarım, böyle olursa tıklamam.’

CANIM BENİM,

SEN BENİ ALKIŞLARLA TERBİYE ETMEYE

ÇALIŞIYOR OLABİLİR MİSİN?”

8

“Eski bir yazımız vardı.

‘Devrimcilerin kollarına girenler vardır.’

DEVRİMCİ, DİRENCİ

KARŞIDAKİ BARİKATTA GÖRECEĞİNİ ZANNEDER.

OYSA BUNU YAPMAK YERİNE,

YOLDAŞ OLUR, KOLUNA GİRERLER.

BÖYLE BÖYLE DURDURURLAR ONU. “

“Şu an ellerimi havaya kaldırıyorum.

Teslim olmak için değil,

kimse beni yavaşlatıp,

gerçek istikametimden

başka bir yere götürmesin diye.

Bugünden itibaren

meselelere 360 derece bakmama konusunda

ısrarı olanlar beni hayatlarından çıkarabilirler.

Burada 5000-10000 değil

100-200 kişi kalsın.

Coşkulu, meseleleri çözememiş olsa da

çözmeye gayreti olan.

ÖNYARGISIZ, GAYRETKEŞ.

KALIPLARINI KIRMAYA İSTEKLİ.”

9

“Tayyip Erdoğan‘ı 3 sene evvel

DECCAL olarak adlandırdığımda

tepki gösterenler de çok oldu.

Hala aynı yerdeyim.

DECCAL-lik yapıyor.

Tamam.

Fakat şu var.

Herşeye, bütün yanlışlarına,

gaddarlıklarına rağmen

BEN GENE SEVİYORUM BU KERATAYI.

Benim için bütün insanlar

küçük birer keratadır

ve bütün kerataları severim.

ÇÜNKÜ ONUN TASARIMCISINI TANIYORUM

VE ASIL ONA BİR AŞKIM VAR.

Onun ürettiği kuklalarla

kavga edecek değilim

bu kadar bilginin üzerine.

İsterse Adolf Hitler olsun.

İnsandır,

yaşıyorsa hiçbirşey için geç değildir.

Yaşamıyorsa, kin gütmem için

zaten bir sebep kalmamıştır.”

10

“BURADA BİR KİŞİ OLARAK BULUNMUYORUM.

BURADA BİR DÜŞÜNCE YAPISININ TEMSİLCİSİ,

MODELLEMESİ OLARAK HALİHAZIRDAYIM.

Fikirlerin ayrışması

insanları sevmeme engel değildir.

Kişileri, isimleri öne çıkarmıyorum

buradan insanlara değer vermediğim anlamı

asla çıkmasın.

Etrafımızdaki bütün dostlara

özel sempatim var.

Herkes ayrı bir çeşit.

Ne güzel.

HERKES ÇEŞİT ÇEŞİT KALSIN

FAKAT BU KİTABIN ADINI

LEVH-İ MAHFUZ YAPAN

ANA AKIMIN HERKESİ ÇARPTIĞINI GÖRMELİYİZ.

Prize elini sokmak gibi.

Elektrik aynı elektrik,

voltaj aynı voltaj.

Arabeskçi elektriğe tutulduğunda

yandım anam desin.

Diğeri break dance yapmaya başlasın.

Herkes kendi özgün kimliğinde olsun.

FAKAT BU ELEKTRİK,

KİŞİLERE VE KALIPLARA GÖRE MUAMELE EDEN

KEYFEKEDER BİR AKIMA DÖNÜŞMESİN.”

11

“Saat gecenin 2’si.

Bu saatten sonra sadece

2 meslek grubunu kızdıracak yazı yetiştirebilirim.

DOKTORLARIMIZ ve ASKERLERİMİZ.

Kızsınlar.

Yaftalasınlar.

Ajan dedirtelim kendimize.

Oh mis.

Yarasın 😃

Sevgiyle”

12

“Doktorlarımız şiddete uğruyor.

Yolda yürürken dallarına çarptığı çiçekten

özür dileyen biri olarak

bu konuda ne düşünebilirim?

İnsani tarafımla kızıyorum haliyle.

Ne istedin o dünya iyisi,

iyilik meleği doktordan diyorum serzeniyorum.

Fakat sonrasında aykırı bazı fikirler içindeyim.

Doktorlara şiddete hayır yürüyüşleri düzenleyerek

çözülebilecek mi bu mesele?

Mevcut tıp modelimiz

insanlarda bir tepkisellik meydana getirmeye başladı,

bu şiddete başvurmalar,

azalmakta olan mesleki itibarımızın

ve müşteri memnuniyetimizin

istemsiz bir dışavurumu olabilir mi?

Buradan kendimize bir gelişim haritası çıkarıp,

yaygın deyişle bu krizden fırsat yaratabilir miyiz?

‘leri bekliyorum da bekliyorum.

Tabip odaları hasta doktor algı haritalarını modelleyip

bunları değiştirecek atılımları ateşlemeyecekse

ne için var?

Yürüyüşler düzenleyip, kınamak için mi?

Türkiye’de ne kadar çok kınama kuruluşu var?

Ananem için epey bir doktor gördüm son günlerde.

İçlerinde muhteşem diyebileceğim insanlar vardı.

Akıl almaz güzellikte insanlar.

Tatilinde ananemi unutmayıp telefonlar edip,

bu anonim, yaşlı hastası için ayarlamalar yapan

gerçek hekimlik mertebesinde doktorlar.

Fakat bunları bir kenara ayırırsan

Hipokrat’la konseptlenen hekimlik,

ülkemizde

İLAÇ YAZMA TIBBINA DÖNÜŞMÜŞ DURUMDA.

İnsanlar bedava ilacın cazibesiyle

gönüllü hasta durumundalar.

Leblebi çekirdek gibi

hap atıyorlar ağızlarına renkli renkli.

Maksat tedavi olmanın ötesine çıkmış.

Doktor, teşhis sürecini

hastanın semptomlarının

hangi ilaca karşılık geldiğini sorgulayan

bulmaca gibi görür olmuş.

Buldum!

Nımınınnımix.

10 sene önce insanlar

bugünün belki 10’da 1’i kadar ilaç kullanıyordu

fakat bugünden 10 kat daha sağlıklıydı.

YIKILMAKTA OLAN TIP MODELİNİN

AYAK SESLERİNİ DUYMAK,

YÜRÜYÜŞLER DÜZENLEMEKTEN

ÇOK DAHA PRATİK HALİYLE.

HER MESLEĞİN KENDİ HAMASETİ VAR

VE BU SÖYLEMLERE MEYDAN OKUYACAK

DEĞİŞİM AJANLARINA İHTİYAÇ VAR.”

13

“ASKERLERİMİZ.

Kahraman sıfatıyla

en çok eşleştirilen insanlarımıza.

Bir dostumuzun şöyle bir ifadesi var:

‘Çanakkale’de, Kurtuluş savaşı’nda

canını veren bir meslek kahramandır.

Aksini söylemek hadsizliktir.’

Pek çok insanımız gibi bu dostumuz da,

Çanakkale ve Kurtuluş savaşı’nda

sadece askerlerin can verdiğini düşünüyor.

Bu savaşlarda can vermeyen insan mı kaldı?

Öğrenciler gittiler, okul okul öldüler.

Kadınlar öldü cephede.

Çocuklar.

Belirli, tanımlı bir grup savaştı,

 diğerleri evde mi bekledi?

Kelime aynı fakat o gün ile bugün

sahip olduğu kapsam tamamen farklı.

Bugün askerlik bir meslek.

Tüm dünyada.

Amerikan askerlerine kahraman denmiyor ayrıca.

Fuarlara katılıyor ordu.

Şenliklerde stand açıyor.

Cazip bir iş teklifi olarak sunuyorlar askerliği.

Türk ordusunda

2 tür asker faaliyet gösteriyor.

Profesyonel askerler.

Bu kıymetli insanların

geçindirmek zorunda oldukları aileleri var.

Askerde gördüğüm üzere.

Hepsinin kredi kartları var.

Ödemekte zorlandıkları faturaları.

Okul taksitleri.

Kapitalizm çağındayız.

Kapitalizm çağında olmasaydık da birşey değişmezdi.

Yeniçerisinden tımarlı sipahisine

askerlik her zaman maddi temelliydi.

Düzenli orduların sabit giderlerini

döndürebilmek için seferler yapılırdı.

Vatanı savunmak için savaşlar da verilirdi elbet,

herkes genci yaşlısı seferber olurdu.

Fakat bu durumlarda herkes asker olurdu.

İnsan = asker olurdu.

O ASKERLE, BU ASKER AYNI ŞEY DEĞİL..

Olmasınlar da zaten.

Ordumuzun profesyoneller dışındaki

diğer asker grubunu oluşturan faktör ne?

Zorunlu askerlik.

Çocuk bir lokantada garson olarak 800 lira maaşla çalışıyor.

Kirası yok lokantanın arkasındaki yatakhanede yattığı için.

Parasının yarısını köydeki yaşlı anne ve babasına yolluyor.

Askere gönüllü gidebilecek lüksü olsa keşke, yok.

Tecil ettirebileceği kadar ediyor.

Önce bakaya oluyor, sonra asker kaçağı.

Karakolda bir gecenin ardından doğru birliğe teslim.

Bu çocuk, tamamen ve tamamen

önlenebilir sebepler neticesinde öldüğünde

tabutunu bayrağa sarıp yolluyorlar,

adına da şehit diyorlar.

DEMEYİN!

Hiç kimseye kahraman demeyin.

Böyle bir nosyon yüklemeyin.

Askerlerimize hiç demeyin, çünkü bu onların hiç iyiliklerine olmuyor.

Bu düzen sana kahraman diyorsa bil ki başına gelecek var.

Kolay ölmeyi kahramanlaştırabildiklerimizin fıtratına dahil ediyorlar.

Kimse kahraman olmasın, herkes insan olsun.

Öldüğünde de konseptlere büründürülmesin.

BİR İNSAN ÖLDÜ DESİNLER.

BUNDAN DAHA ACI BİRŞEY VAR MI?

İNSAN ÖLMÜŞ DESİNLER BU YETMEZ Mİ?

Şehit kelimesinin kullanımına karşı çıkıyorum.

İnsan hayatı israfını meşru gösterme amaçlı

istismar edildiği için.

Şunu diyebilirsiniz.

Askerlik profesyonel ya da zorunlu da olsa,

can veren bir meslek.

Bu söylemde iş,

 ölmek askerliğin fıtratında var’a geliyor.

Amerikan ordusunda daha az asker ölüyor.

Çünkü sivil hayatta üstün teknoloji geliştiren

 ‘kahraman’ mühendislere sahipler.

Kim kahraman kim değil,

bunlara 5000 yıllık kalıplarla karar veremiyoruz

örnekte görüldüğü üzere.

Ürettiği artı değer,

ortalamanın üzerinde olan herkes,

ister işsiz olsun ister rütbeli

kahramandır.

Eşref Bitlis

benim için gerçek kahraman bir askerdi örneğin.

Kahramanları fazla yaşatmıyor düzen yazık ki.

Ben askere gittiğimde en çok dikkatimi çeken,

komutanlarımızdaki kiloluluk durumuydu.

Asker asker diyorsun

mitolojik bir temele oturtuyorsun,

adamcağız masabaşında oturuyor,

bilgisayarda işini yapıyor.

Excel tabloları var.

Word’de hazır dilekçe formatları var.

İş yapıyorlar herkes gibi.

Yazı sert farkındayım,

aşağıdaki soruyla daha sertleşecek,

fakat sormaktan başka çare yok.

Rütbeli komutanlarımıza

ve diğer kadrolara şu duyuru anons edilse;

‘Bundan sonra hiçbirinize maaş ödenmeyecek,

 lojmanlarınızı derhal boşaltınız.’

Kaç ‘kahraman’ kalacabilecek askeriyede?

‘Ya da istemeyen askere gitmeyecek’

diyecek olduğunuzda,

ordudaki Mehmetçik sayısı ne olacak?

Etiler’de Porsche Carrera’sını valeye bırakıp,

içeri girdiği türkü barda eğlenen bronz tenlileri

Güneydoğu’nun ücra bir karakolunda

savunmaya kaç kişiyi ikna edebileceksin?

Meseleler derinlikli…

Tek ölümlü meslek askerlik mi peki?

Maden işçileri daha fazla ölü vermiyor mu?

O da vatan hizmeti değil mi?

O da vatan toprağının… altını eşeliyor

ve gelir durumu düşük nüfus çoğunluğunun

 ısınmasını sağlayacak yakıt meydana getiriyor.

Az birşey mi?

Orduevleri de yok, yorgunluklarını atabilecekleri.

Yerin altında, ciğerlerine zehir doldura doldura

süregiden bir meçhul yaşam.

Kahraman olmak için

omzunda apolet olması mı gerekli?

Askerlik kelimesinin altına sakladığımız

mitoloji ile yüzleşelim,

bu sinir bozucu yazı vesilesiyle.

Atatürk de askerdi diyebilirsin.

Haklısın.

Yalnız unutma

Atatürk sivil hayata geçtiğinde de bir kahramandı.

Demek ki Atatürk kahraman bir İNSANDI.

Başlattığı inkilaplar dahiyaneydi.

Emsalsizdi.

Bunları üniformasını çıkardığında yaptı demek ki

kahramanlığı askerliğinden ileri gelmiyordu.

Dehasından ileri geliyordu,

askerliğini de bu yüzden eşsiz bir performansla icra etti.

KAHRAMANLIK BİR RUHTUR

VE O RUH ELBİSE KABUL ETMEZ ÜZERİNE.

Askere gönder kahramanlık yapar.

Döner gelir gümrük bakanlığı’nda memur olur

ve ‘adama ne teklif ettiysem kabul etmedi’

dedirten bir kahraman olur

geçit vermez vatan toprağına gümrüksüz mal geçişine.”

14

“Kimi insanlarda Levh-i Mahfuz’u

kütüphanenin en üst rafında

bıraktırma eğilimi var.

Elimizde herşeyi iyileştirebilen

bir kitap var diyeceğiz.

Önümüzde neredeyse herşeyi

kötü gitmekte olan bir ülke olacak.

Ve o kitabı açıp,

yaşadığımız ülkenin sorunlarına

nasıl bir çözüm getirebiliyoruz’a

hiç kalkışmayacağız.

Öyle mi?

Çok duyarım ben bunu.

Politik konulara girme buRAKçım.

İçine hayat giren herşeye girerim,

girmekle mükellefim ve şükürler olsun

girdiğim gibi en mükellef şekilde de çıkarım.

Bu tavır beni bir cami imamına

çevirmeye çabalıyor aslında.

‘Hoca efendi sen işte genel geçer

uhrevi meselelerden bahset.

Bizi kendi düzenimizle başbaşa bırak.’

İsviçre’de yaşasak anlarım.

Derim ki adam huzur bozulmasın refleksi içinde.

YAŞADIĞIMIZ ÜLKENİN ADI TÜRKİYE.

KAİNATIN KAOS MADENİ 😃

LEVH-İ MAHFUZ 360 DERECELİK 1 SAHA

BU BİR,

BEN DİN HOCASI DEĞİLİM

BU İKİ,

FENA UYKUM GELDİ SABAHIN KÖRÜNDE KALKACAĞIM,

YATIYORUM BU DA ÜÇ 😃

Sevgiyle”

buRAK özDEMİR

.

.

Umutlarınıza söyleyin gönlü rahat olsun.

“Her meselenin insan tarafındayım.

Bu seçimdeki coşkuyu sevdim.

Amerika’daki son seçimler sırasında oralardaydım.

Şu seçimdeki coşkunun zerresi yoktu.

Kazananı tebrik ederim.

Belki de en büyük tebriği kaybedenler hak etse de,

benim için bu seçimin kaybedeni yok.

Seçen, seçilen ve seçilemeyen herkesi kutlarım.

Umutlarınızın arkasında durun.
Yenilgilere kurban etmeyin onları.
Umutlarınızı ihtimallerle kısıtlamayın.
Kişilere bağlamayın umutlarınızı.
Umutlarınız güneş olsun.
Karanlık bassa da bilin ki sabahlar gelecek.
Umutlarınız taşıma suyla dönen ateşler olmasın.
Kin gütmeyin umudunuzu kırdığını zannettiklerinize.
Umudunuzu büyütün, geliştirin, genişletin.
Onu kıran da sensin, küllerinden yeşertecek olan da.
Umutlarınız kafatasınıza mahkum olmasın.
Dünya beynimizden büyük, kafamıza sığdırdımız kadar basit değil hiçbir mesele.
Umutlarınızla bir konuşun, bir bakın bakalım gerçekten umutlu mu?
Ya da umut zannettiğin kazanabilme ihtimali mi?
Umutlu olmayı kumar oynamak zannediyor olmasın.
Gördüklerinizle kısıtlı olmasın umutlarınız.
Kaybettiğini zannedersin, aslında kazanansındır.
Kazandığını zannedersin, bilmezsin ki kaybın büyüktür.
Umut beyaz, kayıp siyah sanılmasın.
Milyarlarca rengi var bu dünyanın,
boş kederlere de hoş kibirlere de kapılmasın.
Ve son olarak.
Umutlarınıza söyleyin gönlü rahat olsun.
🙏🏻
Sevgiyle”
buRAK özDEMİR

.

HER GÜNÜNÜZ BAYRAM OLSUN

 

ailekur

HER GÜNÜMÜZ BAYRAM OLSUN

“Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan…
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık…
Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp “Çok şükür bugünü de gördük” diyebilmek…
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır. Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.
Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu bitirmek, kâbuslu bir rüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır.
En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.
Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.
Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram…
Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır.
Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.
Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.
Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk adım, ilk yazı, ilk karne bayram…
Güne gülümseyerek başlamak bayramdır. “İyi ki yanımdasın” bayram, “Her şeyi sana borçluyum” bayram…
“Hiç pişman değilim” bayram…
Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır.
Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek, altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır.
Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram…
Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.
Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılık tan evladır.

Her gününüz bayram olsun..!
Can Yücel’in dediği gibi.” (Can’dan alıntıdır.)

Sevdiklerinizle sağlıklı ve uzun yaşayın.
Hayırlı bayramlar…