Müjdemi isterim: O yaşıyor! O kapıyı açmadan ölmeyin
Adamın birinin içinde bir çocuk yaşarmış.
30, 35, 40, 45… Adam ne kadar yaşlanırsa yaşlansın, çocuk hep ama hep aynı yaştaymış. Bu insan, içindeki o çocuğu öldürmek için her şeyi yapar ama gene de onu öldürmeyi bir türlü başaramazmış. Tek yapabildiği çocuğu ruhundaki odalardan birine kilitlemek ve onu orada tutuklu bırakmakmış. Ve günlerden bir gün adam, içinden yankılanan seslere daha fazla dayanamamış ve çocuğu kapattığı odanın kapısını açmış…
Odanın kapısını açtığında ne görmüş biliyor musunuz?
İnanın ben bilmiyorum!
Bu bir masal değil çünkü.
Bu sizin hikâyeniz.
İçinizdeki çocuğun hikâyesi.
Kapıyı açın ya da açmayın.
O orada ve yaşıyor.
Siz onu öldü sanıyordunuz muhtemelen. Size yemin ederim o orada ve yaşıyor. Düşünüyorum da yeni doğan her çocuk, “tanrının insandan umudunu kesmediğinin kanıtıdır” sözü ne kadar da doğruymuş.
Düşünsenize; Öğrenmeye, keşfetmeye en istekli…
Yalan, maske, hırs nedir bilmeyen…
Kakasıyla oynayacak kadar kendiyle barışık…
İnsanlardık hepimiz. Çocukken… Şimdi büyüdük.
Çocukluk da “çocukken ne kadar salaktım” başlıklı hatıralar zincirinin adı olarak kaldı sadece. Boyu bacağımız kadar olan o “enerji” ile karşılaştığımızda “Canım çocuk işte!” diyip geçer olduk. Ne de olsa büyüdük ve “adam” olduk… Aslına bakarsanız hayat, büyüdükçe adam olduğumuz bir süreç değil. Tam tersine, adam olarak doğduğumuz ve büyüdükçe adamlık vasıflarımızı yitirdiğimiz bir süreç. Yanlış mı? Kendinize bir bakın, fark edeceksiniz. Keşfetmek eskisi kadar zevkli bir şey değil artık. Üç tekerlekli bisikletimizi sürmeyi öğrenirken aldığımız keyfi, otomobil kullanmayı öğrenirken alamadık. Eskisi kadar dürüst de değiliz. Eskisi kadar kolay gülüp kolay mutlu olamıyoruz. Bir isteğimiz, bir ihtiyacımız, bir sıkıntımız olduğu zaman avazımız çıktığı kadar bağıracak kadar mert de değiliz artık. Olduğumuz kişiyle savaşımızsa gittikçe kızışıyor. Hani biz adam olmuştuk? Bizden acilen büyümemiz istendi ve biz de büyüklerimizin isteğini yerine getirdik.
“Büyüyünce ne olacaksın?” dendi bize.
“Hep böyle kal” Çiğdem Talu’nun yazdığı bir şarkı sözüydü sadece.
Şunu bilmenizi istiyorum.
Bu yazıyı moralinizi bozmak için yazmadım.
Bilakis, size güzel bir haber vermek için yazdım.
İçinizdeki çocuk, bilinçaltınızda bir yerde yaşıyor.
Bugüne kadar o odanın kapısını açmamış olmanız hiç önemli değil.
O yaşıyor! İçindeki çocuğun bulunduğu odanın kapısını açmış, çocuk halini görmüş, onu kucağına almış ve o çocukla oynamış biri olarak size diyorum ki: O yaşıyor. Bu “küçük” buluşma, içimdeki çocuk meditasyonu sırasında gerçekleşti. İkinci derece Reiki oluşumuzdan sonra gerçekleşen olağan 21. gün toplantımızda master’ımız Neşe, “Birazdan içinizdeki çocukla buluşacaksınız.” dediğinde neden bahsettiğini hiç anlamamıştım. Çok ağır bir meditasyon olduğunu söylediğinde bile neyle karşılaşacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Meditasyon başlamış, gözlerimi kapamıştım. Bir anda son yılların en şiddetli ağrısı saplanmıştı başıma. O zaman ağırdan kastın ne olduğunu anladım. Meditasyon sırasında bize kalbimizin koridorlarında gezinirken bir kapı aramamız gerektiği ve bu kapıyı gördüğümüz anda durmamız söylendi. Kapıyı zor da olsa buldum. Kapının gövdesi ahşaptan, kulpu ise altındandı. “Şimdi kapıyı açın” dedi Neşe ve kapıyı açtım…
İçeride bir çocuk oturuyordu.
Bana çok benzediğini fark ettim.
Yoksa? Evet, o çocuk bendim.
Bana gülümsüyordu. Biraz durgundu.
Elinden tutup onu odadan dışarı çıkardım.
Biraz dolaştık. Oynamaya başladık. Gıdıkladım onu.
Acayip mutlu olmuştu beni görmekten ve gıdıklanmaktan…
Sonra onu kucağıma aldım.
“Ona sizden ne istediğini bir ihtiyacı olup olmadığını sorun” dedi dış ses. “Benden ne istersin? Bir şeye ihtiyacın var mı?” dediğimde bana ne yanıt verdi biliyor musunuz?
SEVGİ!
Dış sesin yönlendirmesiyle ona artık hep yanında olduğumu, ne zaman isterse beni görebileceğini ve onu çok sevdiğimi söyledim. “Onu yavaşça kucağınızdan bırakın” dendiğinde hayatım boyunca hiç unutamayacağım o şey oldu.
Çocuk kucağımdan inmek istemedi!
Sımsıkı sarılmıştı boynuma.
“Ben seni çok seviyorum” dedikçe boynuma daha da sıkı sarılıyordu.
Onu bırakmaya çalıştıkça bana
“bişey diycem bişey diycem bişey diycem” demeye başladı.
Söyle bakalım ne diyeceksin dediğimde aynı şeyi tekrar ediyordu.
“Bişey diycem bişey diycem… “
Ona güldüm. Yaptığının haylazlık olduğunu biliyor ve gülüyordu. Sonunda kucağımdan inmeyi kabul etti. Onu elinden tutup odasına götürdüm. Kapıyı açık bıraktım ve geri döndüm.
Gözlerimi açtığımda başımın ağrısı biranda geçmişti.
Çok mutluydum.
Çocuk buRAK’ın bilinçaltımda yaşıyor olduğunu görmek beni çok mutlu etmişti.
Ancak, bir şeye canım sıkılmıştı.
Canımın neye sıkıldığını fark etmek canımı daha da sıkmıştı.
Çocuğun bulunduğu oda, çok küçüktü ve bir ardiyeye benziyordu.
Kıpır kıpır bir çocuk küçük mü küçük bir odaya tıkılmıştı.
Ben ki, Akşam Gazetesi’nde “Çocuk Aklı” isminde sayfa sayfa “çocukça” yazılar yazmış, köşesine çocukluk resmini uygun görmüş biriydim. Hayatımı çocuksu yanımın ürettiği düşüncelerle kazanıyordum ve ben bütün bunlara rağmen içimdeki çocuğu küçük ve derme çatma bir odaya hapsetmiştim. İçimde küçücük bir odada yaşayan ve benden sadece SEVGİ isteyen o çocukla daha çok ilgilenmem gerekiyordu.
Meditasyon bittiğinde bir arkadaşımız ağlıyordu.
Odanın kapısını açmış ama çocuğu bir türlü bulamamıştı.
Hepimiz korkmuştuk ki Neşe, bu kerataların zaman zaman böyle oyunlar yapabildiğini ve bir dahaki sefere mutlaka kendisini göstereceğini söyleyince kendimize geldik.
Size, Reiki deneyimlerimi daha önce yazmış ve denemenizi şiddetle tavsiye etmiştim.
Şimdi, tavsiyemin şiddetini yüzle çarpıyorum! Ve düşünüyorum.
Ya ben, içimdeki çocuğun yaşadığından bihaber yaşlanıp ölseydim?
Ne büyük kayıp olurdu kim bilir benim ve yaşamım için?
Şu anda yaşadığım mutluluğu kelimelere dökecek yetenekte olmadığımı hissediyorum. Sizin ben anlatmadan da anlayabilecek yetenekte olmanıza güveniyorum.
Ve son sözümü söylüyorum.
Ne yapın, ne edin o çocuğun bulunduğu odanın kapısını açmanın bir yolunu bulun.
O kapıyı açmadan sakın ölmeyin!
O kapının ardında siz varsınız…buRAK özDEMİR
burak@strategica.gen.tr
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=231739
Yazının orjinalini bu linkte bulabilirsiniz.