Levh-i Mahfuz’un ‘Mehdilere’ Bakışı

.

.

Levh-i Mahfuz’un ‘Mehdilere’ Bakışı (Kedi Canını Sevenler)

Mehdi, 21. yüzyıl Kuran’ında müminliğe getirilen yeni tanım. İçindeki tanrı ile bulaşabilen, ona eren her insan evladına açık bir kapı. Ancak bu kapının içinden geçebilmek için belirli bir BİLGİYE DEĞİL bilince ihtiyaç var.

Gerçek Kuran’da İ-n-SA-n, insanüstü bir varlık. Tanrısal özellikleri var. Denizi değil ortadan ikiye, dörde de bölebilir.

İstanbul Boğazı’nı deniz altından bağlayan tünele de böyle bakabilir miyiz? Elbette. Türklerin parayı bastırdığı, Japonların bir mucizeyi gerçekleştirdiği bir süpersonik olay…

Buna karar veren ve gerçekleştiren siyasi irade takdiri hak eder mi? Elbette.

Vergileriyle bu projenin kaynağını sağlayan, tüm mükelleflere; rekortmeninden küçük işletmesine herkes teşekkür ve takdiri hak eder.

Bu projeyi, Marmaray adıyla gazetelerde ilk okuduğumda çocuktum. Açılışta, tıpkı vergi mükellefleri gibi, adları geçmese de o günlerde bu işi hayal eden siyasiler de teşekkürü hak eder.

Muhafazakâr kardeşlerimizin içinden çıkamadıkları soruyla devam edelim:

Başbakanımız bir Mehdi mi? Gerçekten asrın lideri mi?

Boğazın altına döşenen çufçuf köprüsü, asrın projesi olabilir, itirazım yok. Başbakanımızın da asrın liderliğine gelince…

Yüzyılın lideri ama

GEÇTİĞİMİZ YÜZYILIN lideri.

Yeni yüzyılın asla değil.

İki kıtayı raylarla birleştirirken, milletini ikiye ayrıştıran bir lider olmasaydı yeni yüzyılın lideri diyebilirdik. Çok yakışırdı da. Ama yazık ki değil. Biz ve Onlar adreslemesinde o kadar ileri gitti ki.

 

Yeni yüzyılın liderliği, taşa, çakıla, moloza, betona, çeliğe değil

insanlığın gönlüne hükmedebilmekten geçiyor.

11 yıl gibi bir süre, eğitim içeriğinde bir devrime imza atarak, kendi yerli Japonlarını yetiştirip, sanayiye katabilmek için oldukça yeterli bir süre. Bu sürede, Türk kafası denilen bilinç, paranın değil kendi eğitimli imanının gücüyle denizleri ikiye ayırabilir hale getirilseydi,

gider ‘asrın’ liderini en ön sırada alkışlardım.

Yerli otomobili hayal edebilmek güzel. Bir vatandaş olarak sonuna kadar desteklediğim bir istek. Eğer hayalin buysa, o otomobili geliştirecek çocukları geliştirmekle başlamak zorundasın işe. Ve bunun imam-hatip öğretisiyle gerçekleştirilemeyeceğini sen de biliyorsun. 11 yıl gibi bir kocaman bir süreyi, bir okul tipinin (İmam-Hatip) diğer okul tipleriyle eş duruma getirilmesi gizli ajandasıyla büyük oranda kaybetmemeliydin.

Babam otomobil modifiye hastasıdır ve söylediği çok güzel bir şey var. Dünya otomotivinin kalbi Detroit’in Amerika’sında insanlar arabalarını öyle modifiye edebiliyorlar ki, artık neredeyse her atölye kendi otomobilini üretebilir durumda. Bizde otomobilinin motorunu değiştirmeye bir çalış bakalım ne oluyorsun der babam.

Geliştirmeye bu kadar kapatılmış bir toplumun, ihalelerini Japonlara Almanlara Fransızlara vermekten başka çaresi var mı?

Yerli uçak. Uçak ile kastedilen hayal, bütün parçaların yurtdışından ithal edilip, bu parçaların VİDALARINI Türklerin sıkmasından ibaretse, uçağın hayalini bile doğru kuramıyoruz demektir.

‘Asrın liderinin’ kurduğu bu yüksek ve göze-kulağa hoş gelen hayallerin en temel yolu nereden geçiyor hepimiz biliyoruz:

ÜNİVERSİTELERDEN.

ODTÜ’nün toprağından koparılmış ağaçlarına bakarak söylüyorum:

‘…yolu üniversitelerden geçiyor’ sözü birazcık yanlış anlaşılmış.

‘Asrın mehdisi’ kurduğu yüksek hayalleri -bu hayalleri samimiyetle destekliyorum- gerçekleştirme konusunda en çok ihtiyaç duyacağı nitelikli, batı felsefesine monte, yaratıcı gençliği kamçılayarak hayallerine ulaşabileceğini düşünüyor. Kamçı teşvik anlamında değil yazık ki. Ben karar veririm sen yaparsın kamçısı anlamında. Tipik bir eski yazılım.

Eskiden üniversitelerimiz süperdi, bu iktidar bozdu demiyorum asla. Üniversitede bir şeyler yapmaya çalışanların nelerle karşılaştığını, yüksek lisans sürecinde yaşayarak bana öğrettiler. Bölüm başkanı, utançtan yüzümün kızardığı övgülü sözlerinin arkasından ‘Bu okulun senden öğreneceği çok şey var. Bu okulu değiştirmen için seni bu okulda istiyorum.’ diyerek davet etmişti beni. Ne hayaller ne projeksiyonlar geliştirmiştik ki ‘Hocalar’ katında canımıza okudular. Bırakın okulu değiştirmeyi, yüksek lisansımı tamamlayamadım bile. Bu iktidar daha ortada da yoktu üstelik.

Üniversitelerin yaratıcılığına diğer hükümetler gibi bu hükümet de bir katkı yapmadı. Baskıdan başka.

Bütün enerjilerini o okula baştaki örtünün nasıl gireceğine odaklamaktan, o okuldan ne gibi şaheserlerin çıkabileceğine odaklanamadılar.

★★★★★

Güncel politiğe ilişkin bir şey yazdığında kimi dostlar hemen ‘Siyasi yazı!’ yakıştırmasında bulunuyor. Kendi siyasetine yakın bir yazı olsaydı, ellerin dert görmesin diyecekti. Ters düştük, ‘siyasi’ oldu. Bu ve diğer güncel yazılarımın siyasi, bir yazar için kırmızı çizgi ihlalini yapan bir yazı anlamında olabilmesi için, belirli isimleri öne çıkaran bir yazı olması gerekiyor. Yani, iktidardaki parti şöyle şöyle kötü. Oysa şu şu parti ne kadar da umut veriyor diyebilmem gerekirdi. Böyle bir tehlikenin sıfır olduğunu söyleyebilirim. Çünkü, etrafta itirazlarıma karşılık gelen bir alternatif görmüyorum. Bir hükümet kuruyor olsaydım, muhalefetteki partilerimizin değerli liderlerini bakan olarak kabineye alıp almamayı bile düşünürdüm. Yazık ki durum böyle.

Allah’ın emri geldiğinde, tüm deli zekalar, çenebaz zekâlar tarafından gasp edilmiş o kürsülere sahip olacak. Ve o gün gelene kadar hepimize düşen sabır ve aktivitedir.

★★★★★

Güzel Kuran’la başladığımız yere geri dönüyoruz.

Güzel Kuran, sevgi kapısından girebildiğinde insana tanrısal özellikler veren bir eşsiz kaynak.

Levh-i Mahfuz’un çok güzel anlattığı gibi,

İnsanlık bilinci yerine Ego baskın ise,

Kişi Mehdilik tuzağına düşüyor ve bir ibret vesikası haline dönüşüyor.

Tayyip Erdoğan örneğinde olduğu gibi.

Musa olacağım derken, Bingo!

Firavun kostümleri içerisindesin.

‘Kedi Canını Seven’ Mehdiler de aynen böyle. Kuran’da insana tanrısal özellikler veren katmanla uzaktan ya da yakından temas etmiş bir kişi, egosundan arınmadan bu teması gerçekleştirdiği için, arınmadan öğrendiği için, Kuran’ın görünmez korunma kalkanlarına takılıyor ve toplum önünde ibret-i âlem amaçlı teşhir ediliyor. Kendisinin bence özel bir yeri var. Son Mehdi diyebiliriz bu hocaya.

Ve bence daha bol bol televizyonlarda gözükmeli. Charlie ve Melekleri televizyonda göründükçe, toplumumuzun zihnindeki saltanatlı mehdi modeli depreme uğruyor. Bir daha bir insan evladı, Bennnn Mehdiyim diye bu toplumun önüne çıkacak olduğunda alacağı cevabı şimdiden bilecek:

Kızlar nerde?

İnsanlar artık o kadar gelişti ki. Dalga geçtikleri, küfür diyerek ötekileştirdikleri, düşünebilen toplum, onlar farkına varmadan o kadar gelişti ki. Kedi canını seven mehdiler olsun, Fethullah hocalar olsun, kapıları kapalı cemaat evlerinde yaşlandıkları sırada, cemaat evlerini çevreleyen toplumların ne kadar ilerlediklerini göremediler.

Kapıyı açtıklarında herkesin önlerinde secde edeceğini zannediyorlardı. Toplum onlara yukarıdan bakıyordu. ‘Islah’ edeceklerini zannettikleri insanlar, kendilerine bir üst pencereden bakar hale gelmişti. Evet. Bu Twitter çok fena bir şeydi.

Bir ‘Mehdi’nin televizyona çıkıp etrafındaki kızlar tarafından övgülere, yüceltmelere boğulduğu sahnelere, ben bu insanların onurunun düştüğü durum açısından bakamaz durumdayım. 1000 yıllık bir ideolojinin çöküşü adına önemli ama benim insan yüreğim adına empati yaptığında acı çektiğim bir sahne. Allah kimseye vermesin demek ne uhrevi bir ukalalık. Allah kime vereceğini bilmiyor, biz ‘danışmanları’ olarak ona akıl öğretiyoruz ne güzel.

“Herkes Kur’an okur ve okuduktan sonra kitabın kapağını kapatır. Din adamı kitabın kapağını kapattığında kendine dönemeyen kişidir. O’nun ‘mesajlarını’ ilete ilete, o meclisin tırnak içinde ‘Allah’ı olmuştur. Kur’an, kendisini meslek edinenleri zehirler. Kot taşlama işçilerinden çok daha büyük bir zehirli meslek varsa o da İslam ruhbanlığıdır. İslam’ın kendisine profesyonel yaklaşanları zehirlediği koruyucu arseniğidir bu. Kur’an, yumuşamamış kalplerin bilgi derinliğine ulaşma çabalarını reddetmez, bunun yerine, eğer bu, profesyonel bir çaba halini almışsa, kişiyi arsenik diyetine sokar. Arsenik diyetinde kişi düzenli ve uzunca bir maratonla aldığı zehirin farkına varmaksızın ölür. ”

Şeyhtan’ın Son Günü.

Yukarıdaki örneğe bakarsak öldürmeyen Allah öldürmüyor, haline güldürüyor sadece. Kendi içinde iddiası o kadarrr kesin olmasına karşın, Allah ona, Egosuna uyduğu için Youtube’daki komedi kategorisinin hit bir parçası olması cezasını vermiş.

Bu hoca, ‘Mehdiliği’ konusundaki gerçekleri Levh-i Mahfuz’da okuduktan sonra bi dolu davalar açmış, kitabın toplatılması için neler neler yapmış, ne talebeliğimiz ne bişeyimiz kalmıştı. Ancak, grafikte görüldüğü üzere kaderden kaçılmıyor. Rab, kendisini hacklemiş olmalı ki, kapalı kapılar ardında yaptıkları toplantılara kendi elleriyle kamera koyarak, içeride olanı dışa vurdular. Kıyamet de buradan sonra koptu…

Şeyhtan, tek adamdır. Ve insanlığın tüm bireylerinin üstün meziyetlerle donatılmakta olduğu bu çağda, insanlığı bastırıp kendini öne çıkarmaya çalışır. Tarzı bu şekildedir. Sonu da hezimetlerle ve musibettir.

Yaşadığımız yüzyıl tek adam olmak için yanlış bir yüzyıl. İnsanlık, tarihi boyunca tek adamlarla yönetilmiş olsa da, bu lanetli şecere artık içinde bulunduğumuz çağda çalışmıyor. Ve bütün tek adamların başları dertte.

21. YÜZYILDA MUTLU BİR TEKADAM GÖREMEZSİNİZ.

Bakınız güzide kulübümüz Fenerbahçe’nin tek adam başkanı.

Tek adamlık yaşadığımız yeni çağda bela üstüne belayı kendisine çeken bir mıknatıs gibi. Her birini kolektif tevbeye çağırmaktan başkası gelmiyor elden.”

buRAK özDEMİR

.

http://www.tanrinindogumgunu.com/levh-i-mahfuzun-mehdilere-bakisi-kedi-canini-sevenler/

.

.

Bir cevap yazın