Levh-i Mahfuz SESSİZ İlahi

Levh-i Mahfuz ‘Sessiz’ İlahi…

Okuyucularımız İlahiyatçı amcaların Levh-i Mahfuz için ne diyeceklerini oldum olası merak ederler. Benim pek öyle bir merakım yoktur. Arslandan ürkmüş yaban eşekleri Güzel Kuran’ın en sevdiğim ayetlerindendir. Okuyucularımız merak eder de, bu amcalar mırın kırın ederler bir türlü birşey demezler.

Bu bir fitneyse konuş ve gereğini yap. Eğer bu bir gerçekse o zaman git ve Rabbine secde et.

Ne gık ederler ne de secde. İmza dağıtırlar. Boy gösterirler. Özgüvensiz insanların gördükleri yerde kendilerine ‘Allah razı olsun hocam. Ne de güzel aydınlattınız bizleri.’ demelerine aldanmışlardır  besbelli. Sen değil miydin az önce içeride ‘Allah katında şefaat işlemez’leri anlatan. Sen stüdyodayken insan insana şefaat edemiyor da, sen kanaldan dışarı çıktığında vatandaş, prof.’a nasıl şefaat edebiliyor? Değil 7 milyon, 77 milyon anlattığın dinden razı olsa ne yazar? DİNİN YARATANI ANLATTIKLARINDAN VE DOLAYISIYLA SENDEN RAZI OLMADIKÇA, kıyamete yürüyen akibetinden seni kim koruyabilir?

Araf’ta geçen bir yaşamdır onlarınkisi. Yüce Allah hiç kimseye Levh-i Mahfuz’un ortaya çıktığı bir yüzyılda, Levh-i Mahfuz’un ortaya çıktığı bir Türkiye’de İLAHİYATÇI olmayı nasip etmesin (emir değil rica kipinde bir dilektir). Zor iştir İlahiyatçılık. Mesleğinde İlah kelimesini kullananlardan biri olarak Tanrı’nın huzuruna çıkmak… Yüzleşmenin böylesi, dost-düşman, iyi-kötü uzak olsun herkese. Ve bu sözde dilek, geçersiz bir duadan ibaret. Birilerinin ilahi-yatçı sıfatlarla Rablerinin huzuruna çıkacağı bir gerçektir. Bizim ahiret modellememiz değil de onların inanageldikleri doğruysa: Eğer, cehennem anlattıkları kadar işkenceli bir yerse, İlahiyatçıların hücrelerinden çıkacak sesler buraya kadar gelecek şiddette seslerdir. Bundan emin olunuz. Adolf Hitler’lerin bulunduğu hücreden bu kadar çok çığlık gelmeyecektir. Bundan da emin olunuz.

‘Hitlerler’ adı altında özetlediğimiz kötü insanlar, onlar kötü insanlardır. Tek tek veya arkadaşlarıyla ortaklaşa kötülükler işlemişlerdir. Kadına atılan hiçbir tokadın günahı, kadına atılan tokadın hadisler üzerinden meşrulaştırıldığı bir dinin uygulamacılığını yapmaktan daha büyük değildir. Kadınoğlunun tarihten yediği en büyük tokat budur… Hiçbir cinayet, Hitlerler’in işledikleri toplu cinayetler de dahil olmak üzere, sevgisizliğin ekildiği bir din toprağı üzerinde, din hanesinde İslam yazan katillerin hasatlandığı bir dine aracılık etmek kadar büyük bir cinayet değildir. Papa, en büyük Hıristiyan katildir. 1 değil 7 kat beyazlar giyinse, Papa’nın gerçek ten rengi değişmez. Kan Kırmızı… Müslüman din uleması İslam coğrafyasının eli kanlı seri-katilleridir. Bu grubun binyıl boyunca, canına da değil, ruhuna kıydıklarını sayıyla saymanın imkânı yoktur.

Hiçbir kötü, insan yetiştiren kutsal kalıplarla oynabilecek kadar kötü değildir. Dini yaşatmak adına, insanı ve insanlığı vareden kutsal din kalıplarını, geleneksel bir akış içinde kişisel inisiyatiflerle sabote edebilmeyi, tarihin tüm kötüleri biraraya gelseler, kişisel acılarla dolu o küçük ve zavallı dünyalarında hayal dahi edemezler.

Peygamber yetkisi kullanılarak icra edilen, Kabalistlerden günümüze uzanan Müslüman dincilik mesleğinin, insanlık ve nesiller üzerinden işledikleri günahın büyüklüğünü ölçmeye dünyanın tüm cetvelleri ve kantarları biraraya gelseler gene de yetmezler. Hangi din dekoru önünde gerçekleşirse gerçekleşsin, İlahiyatçılık tek bir meslektir. Bizim coğrafyamızdaki İlahiyatçılık, İslam’a çalışıyor gibi görünürken gerçekte dinin de tanrı’nın da var olmadığı bir ülkünün ardına düşmüş bir varoluş ekolüdür. Gelgelelim Tanrı’nın değil Tanrı’ya vekalet edenlerin olduğu, dinin değil dinadamlarının yaşatıldığı bu kavanoz artık çoktan çatlamıştır.

Dinadamlarının nasıl olup da bu kadar büyük bir günah işlemiş olabileceğini

bir türlü kavrayamayan zihninin biraz destek ve yardıma ihtiyacı var.

Üzerimize hiç vazife olmadığı, yegane yetkili mercii bize ‘nükleer fizikçi’ akreditasyonu vermediği halde oturduğumuz yerde ATOMU PARÇALAMIŞ OLSAYDIK İNSANLIĞA NELER OLURDU? Semtlere, illere, ülkelere yayılmış bir insan gürühu düşün. Kendinin ve mensubu bulunduğu geleneğin, maddenin yapıtaşını parçalamaya hakkının olduğunu düşünen, İNSANLIĞA ELEKTRİK SAĞLADIĞINI İDDİA EDERKEN YERYÜZÜNE RADYASYON YAYMAKTA OLAN BİR İNSAN GÜRUHU DÜŞÜN.

İşte, insan ruhunun çekirdeğini, elindeki din çekirdeğiyle parçalayan İlahiyatçılar, yeryüzüne radyasyondan çok daha zararlı bir ışın yaydılar tarih boyunca:

KORKU.

Radyasyon öldürücüdür. İnsan ölebilir. İnsan, radyasyondan öldüğünde radyasyondan ölmüş bir insandır. Ancak. İnsan din ışığıyla KORKUTULDUĞUNDA, o ölü ya da diri, artık var olmayan bir insandır. İnsanı katletmenin en vahşetle dolu yolu, onu din ışığıyla korkutmaktır. Onu korku dolu bir dine mensup kılmaktır. Allah tarafından varedilmiş insan işte o zaman vardan yok olur.

8 milyar insanı yanyana diz. Bu sekiz milyar insanı geriye doğru hareket ettirmenin mümkün olan tek yolu, içlerinden bir kısmını bir adım öne hareket ettirmektir. İlahiyatçılığın bir adım öne çıktığı bir meydanda geri plana düşürülen, tüm bir Müslümanlıktan başkası değildir.

İnsanlar birbirine iyiliği ve güzelliği tavsiye edebilir. Etmelidir de. Etik ya da Ahlâk, insanların eşit ve karşılıklı olarak kardeş olarak adlandığı bir düzlemde, dinden ilham alarak ayakta tutulabilir. Tutulmalıdır da. Bunun için kabalistik ilahiyatçılara ihtiyaç yoktur. Bir güruhun bir adım öne geçerek Ahlâk’ı Allah adına dayattığı bir din düzeni, din-dışı dine karşıt bir düzendir. Bu dünya bir sınav yeriyse, herkes evrensel ahlâk ilkeleri ışığında yaşamakla sorumlu olduğu bu dünyayı yaşar ve sonrasında da ölerek onu terkeder. Bu dünya bir sınav yeriyse, bu sınav sessizliğini bozarak sıraların arasında dolaşan ‘Sana sınav sorularının cevap kağıdından haber vereyim mi?’ diye dolaşan kişiler de neyin nesidir? Cevap kağıdı senin hangi haddine dayanarak eline geçmiştir? Ve sen hangi namus-suz kalıbın içinden bana seslenerek ‘ahlâk sırları’ satarsın? Cevapları senin eline geçmiş olan şeyin adı sınav değil ticarettir.

Evrensel bir ahlâkın tariflendiğinden başka sen ne görmüşsündür Kur’an’da? İnsan öldürmemek ahlâktır. İnsanı öldürmemenin Allah adına olanı olur mu? Katilsindir ya da değilsindir. Ahlâklılığın dini, kitabı, Allahı olur mu? Yalan söylemeyen Müslümanları yalan söylemeyen Hıristiyanlardan üstün kılacak olan nedir?

DOĞRULUK MEZHEPSİZDİR. Allah senin doğrulardan olmanı ister.

Allah’ın ilk indirdiği din değildir Müslümanlık.

Vakt-i zamanında Hıristiyanlığı da indiren o değil midir? Bu dünya, Müslümanlıkla yoğrulagelmiş bir dünya değildir. Aynı Yüce Allah’tır, bir zamanlar vaftizin önünü açan. Allah şimdi fikir mi değiştirmiştir? Hıristiyanlıktan Müslümanlığa mı dönmüştür? Ezeli ve Ebedi olan Allah’ın bir zamanlar Hıristiyanlığı hak din kılmışken sonrasında Müslümanlığın İslam’ını hak kılması tek bir şeyle açıklanabilir. Sonsuz olanın fikirlerinde herhangi bir değişiklik yoktur. Onun kitabında doğruluk evrenseldir. Doğruluk onun tek ve en değişmez değeridir. O senden doğru olmanı ister. Bunu hangi format altında gerçekleştirdiğin değildir ilgi alanında olan. Doğruluk evrenseldir ve muhtelif dinlerin ilahiyatçıları, evrensel ve çıplak bir ahlaksal düzlemin savunucusu olmak yerine, bağlı oldukları geleneğin doğrularını insanlara dayatarak, tek ve bir olan doğruluğu parçalara bölmüşlerdir. Ruh maddesinin yapıtaşı olan sevgi atomu parçalara ayrılmıştır.

Yalan, tarihin hiçbir döneminde, en ilkel olanları da dahil olmak üzere hiçbir din nezdinde yüceltilmemiş, serbest bırakılmamıştır. Yalan kötüdür ve onu ‘Yüce dinimizin’ yasaklamış olması gerekmez. Kuran’ın varlığının anlamı da buradadır. İnsanları yalandan en iyi menedebilen kişiler, gerçek Kuran özünden içmiş kişilerdir. Onlar doğru bir ışık yayar olmuşlardır ve onlar dillerine din, allah, peygamber, kutsal değerleri almadıkları halde, onların yanında artık yalan konuşamaz olduğunu farkedersin. O yeşillerin hiçbir tonundan değildir.

GERÇEK İSLAM SU GİBİ ŞEFFAFDIR. GERÇEK İSLAM BERRAKLIK RENGİNDEDİR.

Din propagandacılığı, evrensel ilahi ahlâkın çizdiği çemberin dışında kaldığının uyarı tabelasıdır. Doğruluğun, ırkı, cinsi, cinsiyeti yoktur. Doğru, saf olduğu müddetçe doğrudur. Doğruluğun Müslümanlık kültürüne ‘bizim dinimiz’ dayatmalarına indirgendiği kültür, ‘Bizler Allah’ın oğullarıyız’ diyen Yahudilikten çıkagelmiş bir kültürdür. Oysa herkes Adem’in oğludur. ‘Biz’ takdimi, doğruluğun mezhepleştirildiği bir gidiş yoludur ve bugün Müslümanları avuçlarına almış olan bu yol hiç hayırlı bir yol değildir.

Yeryüzünde Cennet’e gidecek tek 1 İlahiyatçı yoktur.

Bunun nedeni onların doğruluğu lokalleştirmeleridir.

Kurantum Kur’anı Devrim’de cümlelendirildiği gibi gerçeğin kendisine değil kendi gerçeklerine iman etmelerinde ve ettirmelerindedir. ‘Biz Müslümanların doğruları’ diye birşey yoktur. Yüce Allah’ın doğruları Alaska’da da Haiti’de de Kahire’de de 1′dir. (Birilerine) Özgü-leştirilmiş doğru, yanlışın ta kendisidir. İnsanlığı ortak bir doğrunun ışığında birleştirmeye hizmet etmeyenler, sevginin bölücüleridir. Din, yaşanageldiği haliyle insanlığı birleştiren değil bölen bir konsept olmuştur. 1 milyar Müslüman kendi içlerinde birleştirilmiş gibi görünseler de dünyanın yedi milyarından koparılmışlardır. Kayıp 1′e 7′dir. Levh-i Mahfuz’da ‘Din, Allah katında İslamdır’la ifadelenen İslam evrensel bir doğrudur. Doğruluğun Müslümanlaştırılması, kazanç gibi görünen bir kayıp projesidir. Kaybedilmiş 1 BİNYILdır.

Doğruluğun içeriğini bölerek parçalayan İlahiyatçılık mesleğinin bir diğer günahkâr yolu da, yalan yanlış bir forma soktukları doğruluğu gene yanlış bir akışla insanlara sunmalıdır. Müslümanlık, İslam’a göre doğruluk anlamında türetilmiş bir kelimedir. Müslüman olmanın teolojisi olmaz. Doğruluğun kuramlaştırılarak teorileştirilmesi, doğruluğu hiç de pratik olmayan bir değer haline getirmiştir. Doğruluğun üniversite kürsüsü olmaz. Doğruluk dünyanın en pratik davranış bilimidir. Doğruluk teorisizliktir. SADECE YALANIN TEORİSİ OLABİLİR. SADECE YALAN, KURAMLAŞTIRILABİLİR. Doğruluk içten ve spontan bir süreç olmasına karşın yalan kurularak gerçekleşebilen bir düzenektir. İlahiyatçılık, doğruluğu olmasa da yalanı kürsüleştirebilir ve mükemmel yalancılar yetiştirebilir. Buna karşın o ‘teolojik’ fakültelerinden tek bir doğruyu mezun edemeyeceklerdir.

23 kişinin tecavüzüne uğrayan 15 yaşındaki o kızın bedenine nefretini boşaltanların her biri, nüfus cüzdanında din hanesinde İSLAM yazılı olan ve bilinçarkasına bu günahın tövbe edilebilir bir günah olduğu zannının zerkedildiği kişilerdir. 23 Müslüman, 1 Müslüman genç kızla kendisinin rızası dışında ilişki kurmakla imtihan edildiğinde, bu sınavdan İlahiyat Kürsülerinin kalıplarıyla üretilmiş Müslümanların mezun olabilmelerinin oranı 23′te SIFIRDIR. Arada bu 23′ün dışında, böyle bir ‘seçenek’ önüne gelmesine karşın bu sınavdan geçebildiğini zannedenler de muhakkak olmuştur. Onlar da bu zulme isyan etmeyerek başkaldırmayarak sınavdan çakmışlardır. Müslümanın sessiz kalabilen kişi olduğuna inandırıldıkları için. Bu 23 Müslümanın zulmüne karşı duran yegane Müslüman, 24. ‘dindar’ ilahiyat teoremlerinde ikinci sınıf vatandaşlığa layık görülen, polise sığınan o genç kızın kendisinden başkası değildir.

Bu tecavüz 23 kişi tarafından pratiğe dökülmüş olsa da, bu suçun gerçek tasarımcıları 1500 kişiye göre inşa ettikleri camilerinde, ancak 12 kişileri namaz kıldırabilen teorisyenlerden başkası değildir. Yaşattıkları din, insanları bir geleneğe yöneltmekten başka hiçbir işlev görmez. Doğru olanlar, zaten kendinden doğru olanlardır. Yanlış olanlar da yanlışlanmışlardır. Dinlerinin teorileri, yanlış olanların içinden doğru olan bir fert doğurmaktan çok uzaktır. ‘Tembel’ öğrencileri dışarıda bıraktıkları, sadece lise  ve sınıf birincilerini içeri aldıkları kurslarının içinde yarattıkları sahici olmayan bir dünyadan ibarettir onlarınkisi. Mevcut din konseptleri, doğruluğa zaten yakın duran insanlara kapı açan ve halihazırda zaten doğru olanları içine alan, hastaları içeri sokmayan bir hastane düzenidir. Ve bu düzen, iflas etmiş bir düzendir. Hiçbir halkla ilişkiler faaliyeti, yitirilmiş bir dinin diyanetini yaşatmaya yetmez. Süleyman tahtındadır ancak artık sadece bir ölüdür. Bir küçük kurtçuk darbesiyle yere yıkılmaya hazırlandığı sayılı günlerinden birini idrak etmektedir.

İlahiyatçılar Levh-i Mahfuz’u konuşmazlar. Levh-i Mahfuz, iyiliği Çinceleştirmiştir bu nesle Japonca kadar uzaktır. Sana ‘Bu sabah erken uyandım, pencereyi açtığımda Eylül’ün hüzün dolu soğuğunu ensemde hissettim’ cümlesini Japonca kurar mısın? dediğimde bana ne cevap verebileceksen, onlar da Yeni Binyılın Kuran tefsiri için onu söyleyebiliyorlardır işte. Ülkenin en konuşkan İlahiyatçı insanları için Levh-i Mahfuz, sessizzz bir ilahidir… Kendi kulaklarını sağır eden bir sessizlik onlarınkisi.

Anlatımlarının arasındaki Levh-i Mahfuz imzalı korsan yayınlarını, bu sessizliklerinden ayırmak gerekir haliyle. Camiye hangi ayakla girildiğinin bile kurallara bağlı olduğu bir dinin kaidelerini anlatırken bir anda, İslam’ın bir Özgürlük dini olduğundan dem vurmaya başlaması… İnsanlara itaatin meziyetlerini kustuğu bir konuşmanın ortasında, bir anda İslamiyetteki özgürlüğün erdemlerini şakıyan bir bülbüle dönmesi. Çalıntılayabilecek kadar zekâsı varsa, hakikatin nerede olduğunu sezinleyecek kadar idrakı var demektir.

Levh-i Mahfuz’u hiç konuşmayan ilahiyatçıların ya da Levh-i Mahfuz’u çalıntılayarak konuşan ilahiyatçıalrın yanında bu mesleğin bir başka sıkıntılı türü daha var. Gerçek anlamda Araf’ta kalanları… Bir okuyucumuz onlardan birini yakalamış bir yerde geçtiğimiz günlerde. ‘Hocam demiş, ben bu Levh-i Mahfuz’un içine düştüm… Sizin bu kitap için yorumunuz nedir?’ dediğinde, kısa 1 girizgâh yapmış karşısındaki. Cevabını bildiği bir soru sorarak.

’3 yıl oldu o kitap çıkalı değil mi?’

Beklediği onayı aldıktan sonra, kerpetenle sökülen bir Levh-i Mahfuz yorumu dökülmüş ilahiyatçının dudaklarından:

FENA DEĞİL!

NBA… Binyılın En Büyük İslam Devrimi için söyleyeceklerin bu kadar mı N.uri B.ey A.mca?

Levh-i Mahfuz’un yokluğunda bu topluma kattıkların bence asla inkâr edilmemeli. Bu mücadelende ne kadar başarılı oldun, ne kadar olabilirdin ya da o olabilecek olanı olmalı mıydın bunları biz bilemeyiz. Allah’la arandadır. Tek tek kişilerin hayatlarını değerlendirmek de ayrıca üstümüze vazife değildir. Vazifelerimizin arasında böyle bir vazife görmeyi biz zaten kendimiz de istemeyiz. Kişilerin dünyası bizim için Levh-i Mahfuz’dan önce Levh-i Mahfuz’dan sonradır. İçerik olarak bambaşka şeyler içersek de, Levh-i Mahfuz’la aynı evrensel değerlere hizmet etmiş olduğun aşikârdır. Levh-i Mahfuz sonrası din performansına gelince söylemek zorundayız. Levh-i Mahfuz senin de kıyametindir Nuri Bey Amca. Hizmet ettiğin değerlere hizmet etmenin en değerli yolunu bulmak çok çetin bir sınavdır. Ve sen de farkındasındır, bu sınav  ’Fena Değil’ gibi yuvarlak sözcüklerle üstesinden gelebileceğin bir duruma hiç benzemez. Din aritmetiğinde ‘fena değil’ isminde bir rakam var mıdır?
– Merhumu nasıl bilirdiniiiz?
– Fena değiiiil!

Hani senin iddialılığın nerededir?  Bu bir fitneyse çekersin kılıcını, her zamanki yüksek sesinle konuşur, itirazını eder, cevabını alırsın. Eğer bu gerçeğin kendisiyse o zaman da gereğini yaparsın. Dinde Teravih namazı yok muydu var mıydı’dan daha ölümcül konular vardır senin önünde. O günler geçmiştir artık. Onlar 90′lardadır. Neyin yanlış olduğunu anlatmanın devri sona ermiştir. ARTIK ÖNÜMÜZDE KÖKÜNE KADAR GERÇEK BİR DOSDOĞRU VAR.

Bırak insanların neyi yanlış yaptıklarını. Sen doğrunun kendisinden konuş. Yuvarlak geçiştirmelerle değil başı dik köşelilerle. Arzu ettiğin devrim miydi değil miydi? Sen bunun cevabını ver Rabbine. Hizmet ettiğin devrimse, işte bak onu karşında buldun. Varsın altında senin imzan olmasın, bu problem midir bir Allah askeri için?

Konu, bu kitabı senin yazmamış olman noktasında kilitlendiğinde kendini asla suçlamamalısın. Ne sen ne de bir başka düşünür, hep biraraya gelseniz de böyle bir kitabı yazacak zihinsel alet edevatlara sahip değildiniz ve bir Levh-i Mahfuz yazmaya bir imkânınız yoktu. Benim de yoktu. Allah kısmet etti. Benim dışımda sebeplerle. Böyle bir kitap yazabilmiş olmakla ilgili şunu söyledim hep. Allah dilerse bir ağaç kütüğünü bile dile getirebilir. Bana da bu kitabı yazdırdı, durum bundan ibarettir. Ben şerefli bir ağaç kütüğüyüm sadece. Ve tekâmül öğretmeni olan Rabbinin sana ikrar ettirmeye çalıştıklarına asla direnme demekten başkası gelmez elimden.

Bu bahçedeki herkese…”

.

BİR KİTAP HAYAL EDİN

İÇİNDEN SONSUZLUĞUN KİTABI ÇIKSIN.

 

www.dogumgunu.com.tr

www.kur-an.com

www.tanrinindogumgunu.com

 .

.

LİDER DEĞİL, ÖNCÜ BİR ELÇİ

Blog ve Tanrı’nın doğum günü- LEVH-İ MAHFUZ kitabı birbirlerini tamamlıyorlar ve bunu bilmenizde yarar var. Kimi dostlarımızla yukarıda tarif ettiğim sınırsız sevgiyi paylaşabiliyoruz. Kimi dostlarımız ise –okumayanları değil kitabı okuyup kitaba inananları kastediyorum– bana karşı mesafeliler. Bunun çok iyi farkındayım. Bu dostlarımızı üç ayrı grupta görüyorum. Sevgisini belli edemeyenler : ), sessizce uzaktan izleyip, beni tanımaya çalışanlar. Başım üstünde. Üçüncü gruptaki dostlarımızın psikolojisi ise biraz değişik. Onlar, “Ben”i kabullenemiyorlar. Aramızda şakalaştığımız “bu kitabı yazan ben olmalıydım” konusunu birazcık abartıyor gibiler…

Elbette ki, kimseden bendenizle can ciğer, kuzu sarması olmasını beklememekteyiz : ) Buna ihtiyacımız da yok hakkımız da. Fakat bir gerçek var ki, onu asla gözardı edemeyiz.

Benlik duygumuzun, sizinle benim aramıza girmesine sakın izin vermeyin. Biz, sen ve ben olarak ayrıldığımızda kitap eksik kalıyor. Yaprağı dalından kopardığımızda yeşil kalacağı zaman dilimi bellidir. Bizim yapmaya çalıştığımız ise rengarenk bir cennet bahçesi yaratmak. Bu yolda en büyük engeli, benlik duygumuzdan görüyoruz ve tanrısallığın önkoşulu benlik duygusundan arınmak bunu da çok iyi biliyoruz.

Beni kendinizden ayırmayın sevgili dostlarım.
Burada bana gösterilen sevgi gerçekte, size gösterilen sevgidir.
Benim başarım, sizin başarınızdır.
İşte bu yüzden benim yeni bilgisayarım, aynı zamanda Süeda’nın bilgisayarıdır.
Bana verilen gerçekte size verilendir.

Farklı farklı insanlarla karşılaşıyorum. Birgün yemekli bir masada, birinin bana belirgin bir şekilde tavırlı olduğunu farkettim. O sırada arkadaşları onun adına söyledi, kitabı okuyormuş, kitaba da fazlasıyla inanıyormuş. Hatta arkadaşları bunu yüksek sesle dile getirdiğinde, hayır okumuyorum bile demişti dostumuz : ) Söylemek zorundayım, “Ben” ve “sen” ayrımına girdiğimiz noktada, bu kitaptan alacaklarımız sadece bir bilgi olarak kalmakta. Dostumuzun psikolojisi, arınmaya elverişli bir ruh hali değildi. Bunu, kendi iyiliği için söylüyorum. Ben aylar öncesinden, olumsuz herşeyi yüklenmeye zaten hazır ve gönüllüyüm.  Fakat bu duruşta, bir yanlışlık  var.

Benlik duygusu, beni ve kitabı ayrı olarak görmeye zorluyor bu dostlarımızı. Bu duyguya yenilmesinler, bir selam çaksınlar bulundukları yerden bu siteye.

www.tanrinindogumgunu.com

Bu kadarcık… Ben de varım, buradayım. Hepsi bu. Herşey daha da hızlanacak. Rasgele bir isimle mail at. Bu güzel sesin bir parçası ol.

Bilsinler ki kitaptaki “Ben” mekanizması, buradaki ilk beni atlayarak çalışamıyor. Okumayanlar nasıl “ben”imle imtihan oluyorsa bu, okuyanlar için de geçerli. Şükürler olsun ki, çok büyük bir çoğunlukla sonsuz sevgide buluşuyoruz. Diğer dostlarımızla da buluşacağız.

Bilin ki ben, size yük olmamak için elimden geleni yapıyorum. Yapmam gereken fakat yapmadığım başka güzel şeyler varsa da bunları öneri değil emir telakki ederim, tüm kalbimle bunu bilmenizi isterim.

Sizden rica ediyorum. Tanrı’nın doğum günü-LEVH- MAHFUZ coşkunuzu sınırlamayın. Doya doya yaşayın ve bilin ki o hepimizin kitabı. O hepimize verilmiş bir onur. Bir kişi için bu çok fazla, bu nişanı taşıyacaksak bunu hep birlikte taşıyacağız. Tepkilere karşı seve seve hedefim fakat bu işin onurunu taşıma yolunda beni yalnız bırakmayın. Sizden tek istediğim budur. Tanrı’nın doğum günü-LEVH-İ MAHFUZ, ona inanan herkesindir.

Gerçekten de ben onun yazarı değil, ilk okuyucusuyum. Neden ben değil de sen? diyenlerimiz varsa ısrarla, onlara ancak şunu söyleyebilirim. Sen, ben değil gerçekte Biz olduğumuz bilinci… Bizi, ben ve sen olarak ayırmadığım için seçilmiş olabilirim. Bunun dışında belirgin bir meziyetim yoktur.Küçük bir sınavım ben ve benden kimse zarar görmeyecektir buna herkesin huzurunda söz veririm. Belki farketmişsinizdir. Ben lider değilim. Ben sadece bir öncüyüm. Sizin kendi liderliğinize vesile olmak adına buradayım. Bugüne kadar misyonumu, kitabımızın insanlar üzerindeki etkisini kullanarak kimsenin özgürlüğünü elinden almaya çalıştığım görülmüş müdür? Bilin ki bundan sonra da olmayacaktır.

Bazı dostlarımızın bir türlü aşamadığı, bana gelecekte gelebilecek paralar konusu…

Herkes bilsin ki, bugün tanıdığınız buRAK’ı değiştirebilecek bir mevduat, dünyanın hiçbir bankasında yoktur.

Dünyada beni sarhoş edebilecek bir iktidar alanı bir zafer de yoktur. Ben eğitimimi, hazırlığımı, kendi kabuğumdayken, daha sizin beni tanımadığınız günlerde tamamladım, huzurlarınıza öyle çıktım.

“İleride canavar olacak birini mi besliyoruz sevgimizle?” bir düşünce değil, sadece bir vesvesedir. Veren, vereceği onuru zaten vermiştir. Ebediyen doyurmuştur seni, hiçbir yiyeceğe karşı zaaf göstermemen için. Erdemlerini yerli yerine oturtmuş, sabit kılmıştır. Şu saatten sonra hiçbirşey değişmez. buRAK sözü…

Hepimizin malumu, kabul etmem birkaç yılımı alsa da bir elçilik durumu sözkonusu… Lider değil, sadece ve sadece öncü bir elçi… Kişinin içindeki elçiyi yetkilendirmek üzere görevli. Geçtiğimiz günlerde ilk defa bunu site üzerinde kendim de ikrar ettim. Bunu benim adıma o tarihten önce, ikrar eden dostlarımızın yorumlarını da bu yüzden sansürledim. O kelimeyle ilgili tabumu yenemediğim için. Bunun benim için ne kadar zor birşey olduğunu asla bilemezsiniz. Bir dolu insanın seninle sırf bundan ötürü dalga geçeceğini bile bile bunu kabul etmek, zor ama kaçınılmazdı. Kimi dostlarımız, bu kitabı okuyarak günaha mı giriyorum endişelerini, kitap ve site onları ne kadar rahatlatırsa rahatlatsın, aşamadı. Ne yaptıysak olmadı. Herşey çok mantıklı, inanıyorum ama çok korkuyorum. Mantık frekansından yaydığımız hiçbir esenlik bu dostlarımıza şifa olmadı. Korkuların mantığın değil duyguların konusu olduğunu gözardı ettik belki de. Mantıklı olan herşeyi kabul edemiyor insan. Bu noktada, bu samimi dostlarımızın bunu bilmeye hakları vardı ve bu yüzden dile getirildi bu konu.

Bana güvenebilirsin…

Bunu söylemek içindi. Kimseyi emir-komuta altına almak için değil. İnsanlar, elçiler hakkında o kadar korkutulmuşlar ki. Geldiği anda sana talimatlar verecek ve seni bir robot haline getirecek zannediyorsun. Hayır öyle değil. Bu, elçilerle mücadele yolunda karanlık dünyanın elçilere giydirdiği bir imajdan ibaret. Ona katılmanı engellemek için.

Gerçek bir elçinin verebileceği tek “emir”, kimseden emir almayın olabilir. Budur. Bunun ötesi yoktur. Dün de yoktur, bugün de yoktur, yarın da olmayacaktır. Her kim bunun aksini yaparsa, kendisine verilen görevi yanlış yapmış olur ve bunun bedeli de ona ödettirilir. Hem de en ağır bir biçimde.

Herkes bilsin ki, gerçekte benimle dalga geçenler, elçiliğimi uzak gören aslında kendi elçiliğini uzak gördüğü için söylemektedir bunu. Ben sadece Tanrı’nın doğum günü’nün pilot bir uygulamasıyım ve uğruna hayatımı koyduğum yol, bu pilot uygulamanın milyonlar, milyarları kapsamasıdır. Ancak buna vesile olursam, kendimi gerçekleştirmiş olurum.

www.tanrinindogumgunu.com

Sitemiz, binlerce dostumuzun LEVH-İ MAHFUZ – Tanrı’nın doğum günü’nü yaşama noktasında karşısına çıkan engelleri birer birer ortadan kaldırıyor. Şükürler olsun… O kadar güzel ki. Siteyi takip edemeyen dostlarım var. Onlar bana hep ulaşır ve senin için şöyle şöyle diyolar, bilgin olsun derler. O şöyle şöyleler bitmek bilmedi hepimizin malumu : ) O şeylerin sitedeki cevabını verdikçe, eski şöyle şöyleler asla bir daha gelmiyor. Hayatın içine karışıyor burada birinci elden paylaştığımız hakikat. Yeni yakıştırmalar üretmek zorunda bırakıyoruz onları. En son yeni bir bomba geldi kulağıma. Bu çocuk kesin Deccal diyenlerimiz varmış. Yeni trend buymuş : )

Bu dostlarımız, farkında olmadan aslında bana ne kadar büyük bir paye verdiklerinin farkında değiller… Lafın hakkını verelim öncelikle. Bu çok büyük bir değişim. Bu, bilinen, beklenen en büyük değişim. Bunun ayırdına varmış. Anlaşamadığımız tek nokta, bu dalga Yaradan’a karşı bir dalga mı yoksa bizzat onun yönettiği bir dalga mı?  Benim patronum kimdir? Rahman mı? Yoksa şeytan mı? Sadece bu noktada uzlaşamamışız…

Eğer ben şeytana çalışıyorsam ve gerçekten de Deccalsem…
Nasıl bir Deccaldir ki bu insanlara, İslam benim dinim dedirtiyor…
Bu yolunu şaşırmış bir Deccal olmalı ki, insanların elinin binyıl sonra Kur’an’a yeniden uzanmasına vesile oluyor. İnananlar, benim kitabımdır dediği için bağrına basıyor. Ona inanmayanlar ise, onun söylediklerinin yanlış olduğunu ispat edebilmek için Kur’an’a sarılıyor.
Sevenleriyle, sevmeyenleriyle herkesin elinde bir nedenden Kur’an olmaya başlamış…
Bu kadar “müminin” başaramadığı şey, bir “kafire” kısmet olmuş.

Ve ben, şahıs olarak ben… Bu nasıl bir beyindir ki, onun önünde “Tanrı” bile duramıyor. Korunmuş kitap Kur’an’ı, bile tersine çevirebiliyor bu adam. Herkesin gözü önünde… Ulema, suspus olmuş, gıkı çıkmıyor, çıkamıyor.
Eğer gerçekten de Deccal’sem, ben derim ki böyle deccal dostlar başına…

Nerden başladık nereye geldik : ) Sizi bilmiyorum ama bunları yazmam, benim için muhteşem oldu. Yeni yaşıma zihin olarak büyük bir arınmayla girdim.  Kafamdaki bu notlar, beni terk etti.

buRAK özDEMİR

.

www.tanrinindogumgunu.com

http://www.dogumgunu.com.tr 

.

handy imza x Levh i Mahfuz Sessiz İlahi...

.

BİR KİTAP HAYAL EDİN

www.dogumgunu.com.tr

www.kur-an.com

www.tanrinindogumgunu.com

 .

.

.

kkd pro 1 Levh i Mahfuz Sessiz İlahi...

1 comment

  1. LucyLStrid says:

    Nice post. I had been checking constantly this blog and
    I’m impressed! Extremely useful info specially the final part 🙂 I maintain such info much.
    I used to be seeking this particular info for the long time.
    Thank you and best of luck.

Bir cevap yazın