Bulmak ölmek demektir

Bulmak ölmek demektir…

Harala gürele içinde koşuşturduğumuz
bu dünyada bizim işimiz ne zaman biter acaba?
Kredi kartı borçlarımızı ödediğimiz zaman mı?
Topluma faydalı çocuklar yetiştirdiğimiz zaman mı?
Yoksa, şahane bir CV sahibi olduğumuz zaman mı?

Böyle bir milyon madde çıkaralım. Bunların hiçbirine bakıp hayatımızın filminde The End yazısına gelip gelmediğimizi anlayamayız. Yaşamın bir anlam ifade edip etmediğini anlamanın tek bir yolu var. Halâ arıyorsan, bir şeyleri arayacak enerjiyi ve merakı bir araya getirebiliyorsan varsın. Bulduysan daha doğrusu bulduğun hissiyle doluysan yoksun. Bu kadar basit…

Ciyak ciyak bağırarak geliyoruz dünyaya.
Baş aşağı sallanan kıçımıza şaplağı yerken
kahkahalar patlatmıyoruz.
Ağlıyoruz çırılçıplak geldiğimiz dünyada.
Doğumla ölümün arasındaki fark da burada belki.
Doğduğumuzda biz ağlıyoruz.
Öldüğümüzdeyse geride bıraktıklarımız…

Hayat arayışla başlıyor.
Arayışla devam ediyor.
Bulduğunda ise büyü bitiyor.
Sayısız güzel yemekle dolu bir sofrada yaşıyoruz aslında. İştahımız ve tat alma arzumuz olduğu sürece o sofradaki yerimizi hak ediyoruz. Tokluk hissi bizi kapladığı anda da bir garson hesabı uzatıyor önümüze. Bir diğeri ise sandalyemizi çekiyor geriye doğru. Çekiyor çünkü o sofrada işimiz bitmiş artık bizim. Sırada bekleyen o kadar çok iştahlı müşteri var ki…

Bir sözlük yazıyor olsaydım
bulmak kelimesinin yanına şöyle yazardım.
Bulmak: Büyük bir tehlike…
Gerçekten de öyle.
Şu geçici dünyada bulmak diye
bir şey yok çünkü.
Bulduğunu sanmak var.
Bulmak sadece bir illüzyon.
Yaklaşmak, aradığına bir anlığına da olsa dokunmak bunların hepsi gerçek ama bulmak asla değil. Eğer, daha önce yazdığım gibi bir ortamda bize ikram edilen şey adrenalin değil de monotonluk iksiriyse o ortam bizim için ölmüş demek oluyor.
Bu, işte, aşkta, her yerde böyle.

Kalemimiz bulmanın lânetinden nasibini ilk alan şey belki de. Arayış, hayat hikayemizi yazdığımız kalemin mürekkebidir ve “buldum” hissi geldiği anda o kalem cümlelerimize noktayı koyuverir.
Düşünüyorum da eğer,
hayallerime kavuşmak benim üretken yanımı
zayıf düşürecekse hepinizin huzurunda
bir ricada bulunuyorum Tanrı’dan:
Lütfen beni onlara asla kavuşturmasın!
Onlar benim için gökteki yıldızlardan farksız olsun.
Varsın onlara ulaşmam imkânsız olsun.
Ama ben onlara bakıp yönümü bulayım.
Üretmenin değil tüketmenin rüyasını
görüyor olmaktan beni korusun.

Benim hafızamda “bulma” nın lanetine uğramış isimlere en çarpıcı örnek Nirvana’nın solisti Kurt Cobain’dir. Tüm zamanların en iyi şarkısı olarak tescillenen “Smells like teen spirit” şarkısının yaratıcısı, müziğiyle dünya gençliğine maloldu. Tıpkı, gençlik arayışlarında koyduğu hedefte tanımladığı gibi… Ancak, aradığını öylesine fazlasıyla buldu ki, ürkütücü bir boşlukla doldu içi. Kendine, uğruna yaşamaya değer yeni bir arayış da geliştiremeyince tek çıkışı intihar oldu. Bu yazının başlığının ilham kaynağı oluverdi. Deyim yerindeyse başarısının hayrını göremedi.

Sürekli aramak, asla durmamak zorundayız.
Aradığımıza dokunabilme şansına kavuşsak bile…
Dokunduktan sonra başka bir şeyin
arayışına vermeliyiz kendimizi.
Hayatımızın filminin devam etmesi için
yeni yeni şeyler kovalamalıyız …
Çünkü, yaşadığımız evrenin
hareketsizlere tahammülü yok.
Bize yerinde sabitmiş gibi gelen,
oysa binlerce kilometre hızla
hareket etmekte olan dünyanın da
doğasında böyle bir şey yok.
Mevsimlerin en güzeli olan yaz mevsimini
bulduğunda bile durmayan,
kışa geri dönüp ardından
yazın sıcaklığına tekrar kavuşmaktan
keyif alan bir dünyada yaşıyoruz biz.
Ve onun hareketli sırtının üzerinde
sürdüğümüz hayatta mutlu olmak istiyorsak,
biz de hareketli olmak zorundayız.
Durduğunuz anda bilin ki devrilmek üzeresiniz.

Hayalleri güzel yapan onlara ulaşamama riskinin bize verdiği heyecandır. Ne güzel bir hayaldir örneğin mutlu bir evlilik? Ne ilginçtir ki kimi evlilik ölene kadar çok mutlu bir şekilde sürer. Kimisiyse şiddetli geçimsizlikle biter. Peki, dedikleri gibi acaba evlilik aşkı neden öldürür? Aslına bakarsanız mutsuz örneklerde evlilik aşkı değil, sadece ve sadece arayışı öldürür! Karşı tarafı ebediyen sahiplenmenin yolunu “bulma”nın rehaveti, o insanla yeni heyecan ve yeni güzellikler yaşama arayışının önüne geçerse başınız sağolsun. Aşkınız da “bulma”nın lanetine uğramış demektir.

Şu anda ne kadar garip hisler içinde olduğunuzu tahmin edebiliyorum. Ediyorum çünkü ben de aynı garip hisleri içimde taşıyorum. Hayallerim bugüne kadar bana hep güler yüzlü göründü. Şimdi ise, onun güler yüzündeki o sinsi yüz ifadesine dikkat ediyorum. Belki de ilk kez…
Hepimiz bugüne kadar kurduğumuz hayallere kavuşabilme umuduyla bir şeylere sabrettik. Oysa hiç düşünmedik. Hayallerimizi bulduğumuzda yaşayacağımız o tehlikeli sendromdan bizi kurtaracak şeyler hayal etmeyi akıl bile etmedik. Aradıklarımızı kavuşamayınca isyan ettik, öfkelendik, ardından da demotive olduk. Hayallere kavuşamamanın, onlara ulaştığımızda yaşayacağımız sendromdan çıkış yolunu bulamamaktan çok daha hayırlı olabileceğini aklımıza getirmedik.

İçimizde yaşayan çocuktan
bize bulaşmış o şımarıklıkla
tek bir sözcüğü tekrarlayıp durduk
tüm bir yaşam boyunca:
İstiyorum, istiyorum, istiyorum…”

buRAK ozDEMIR

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=222653

2004 de yazdığı yazıyı bu linkte bulabilirsiniz.

www.izmirliahmetkaya.com

Bir cevap yazın