Seçtiğimiz SÖZCÜKLER
SEÇTİĞİMİZ SÖZCÜKLER,
HAYATIMIZIN TUVALİNİ BOYARKEN
KULLANDIĞIMIZ RENKLERDİR.
Hayatımız boyunca hepimiz belli tecrübeler ediniriz. Bunlar daha çocukluğumuzun ilk yıllarında başlar. Bu tecrübeler sayesinde farkına varmadan kendimiz ve başkaları hakkında, hayatımızı önemli derecede etkileyebilecek belirli talep ve beklentilerle ilgili YARGILAR oluşur. Çoğu zaman hayatımızdaki başarı veya başarısızlıkları belirleyen düşünce kalıpları ya da sözcük dizinleri böyle meydana gelir. İç dünyamız, biz farkına varmadan bu şekilde kendini dışarı vurur.
Kişisel bakış açısıyla donanmış
kendine özgü
bir solunum şeklimiz vardır.
Örneğin çocukluğumuzdan gelen
eski yargılar, blokaj ve izlerimiz varsa,
bunlar kendimize özgü
solunum tarzımızla ortaya çıkarlar.
Eğer bu deneyimler
az yaşam sevinci barındırıyorlarsa,
rahatça nefes alamaz
ve kendimizi bloke edilmiş hissederiz.
Esasen bizler
hayata EVET diyerek doğduk,
aksi takdirde burada bulunmazdık.
Önemli dış etkenler temel bakış açımızı değiştirdiklerinde, bu, hayatımızın devamındaki temel duruşumuzu da etkiler.
Bilmelisiniz ki, anne, baba, büyükanne, büyükbaba, erkek kardeş, ağabey, kız kardeş, abla, din adamı, komşu, politikacı, öğretmen, amca, dayı, hala, kuzen, iş arkadaşları, aşık oldukların, sana aşık olanlar hepsi senin yaşamında söz sahibidirler, sözüm ona hepsi senin için en iyi ve en güzelin ne olduğunu bilirler ve sana hep en iyisini biz biliriz, senin için uygun olanı budur derler. Bu kadar çok kişi senin yaşamında söz sahibi olunca da senin kendi duyguların ve hislerinle yapabileceklerin hep bastırılmıştır.
Sen kendini değil,
başkalarının hayatı yaşıyorsundur artık.
Çocukluktan itibaren, çevrendekiler nasıl davranman gerektiğini sana öğretmişlerdir. Ve çocuklar bu doğrultuda davranır, büyüklerinin sevgi ve ilgisini kaybetmemek için içinden gelen duyguları bastırır. Bu şekilde kendisinde iz bırakacak ilk deneyimleri edinir. Çocuk, kendileri de ebeveynlerinden etkilenmiş olan ailesinin yanı sıra, çevresinin ve toplumun düşünce kalıplarını da bilerek veya bilmeyerek edinip bunlara uyum sağlayarak, kendisi hakkında bir fikir sahibi olur ve belli davranış biçimleri geliştirir. Bu da, onun pek çok durumda gerçek yüzünü, gerçek dürtü ve duygularını GÖSTERMEMESİNE yol açar. Bu durum, çocukluğu ve gençliği boyunca devam eder.
Bir çocuğa
“OLMAZZZZ”,
“ HAYIR SAÇMALAMA”,
“NE BİLİRSİN Kİ SEN”,
“KAÇ KERE SÖYLETECEKSİN BANA”,
“YASAK, YASAK, O DA YASAK”
“SEN BUNU YAPAMAZSIN”,
“ SEN BUNU YAPAMAYACAK KADAR APTALSIN”,
“BUNU YAPMAN YASAK”,
“ERKEK ÇOCUK AĞLAMAZ”,
“BUNU YAPMAZSAN SENİ SEVEMEM”
gibi sözler söylenirse,
çocuk bunun üzerine
bir takım davranış biçimleri geliştirir.
Aynı zamanda kendini reddedilmiş,
incinmiş ve anlaşılmamış hisseder.
Bu duygusal incinme çok acı vericidir.
Zamanla bu deneyim bir kanıya dönüşür:
“BENİM DUYGULARIM ÖNEMLİ DEĞİL”,
“BEN ÖNEMSİZİM”,
“BEN ÇARESİZİM”,
“KİMSEM YOK”,
“BEN YETERİNCE İYİ DEĞİLİM”,
“BEN SEVİLMEYE LAYIK DEĞİLİM”.
Çocukken yaşadığı deneyim ne kadar acıysa,
bundan çıkardığı sonuç
o kadar derinde yatar
ve geçmişten gelen bir gölge gibi
tüm hayatı boyunca
çocuğun peşini bırakmayabilir.
Bu eski şartlanmalar,
bedensel, zihinsel
ve ruhsal gelişimimizi engellemektedir.
Dr. Emeto, araştırmaları sonucunda,
düşüncelerin,
sözcüklerin,
duaların,
kelimelerin
ve müziğin
suyun yapısını değiştirerek
yeniden oluşturduğunu
bilimsel olarak ispatlamıştır.
İnsan bedenindeki yüksek SU ORANI,
taşıyıcı bilgi özelliğiyle
tüm şartlanmaları
en küçük hücreye dahi ulaştırmaktadır.
Farkında olmalısınız,
Levh-i Mahfuz ile buluşun.
.
.
“OLUMLAMA, zorlayıcı beyinlerin değil iyimser gönüllerin dilidir
SEVGİ-nin dili bambaşkadır…
Dil denildiğinde gözünün önüne dışarı çıkan şey gelmemeli. SEVGİ-nin dili, aynı zamanda SESSİZLİĞİN dilidir. Bazı şeyler konuşulmaz. Bazı şeyler öğretilmez. Bazı şeyler konuşmadan yaşamak içindir.
Güzel bir çiçek uğruna bugüne kadar dünyanın bütün Shakespeare’lerinin yazdığı dizelerin hepsini toplasan, bir papatya güzelliği etmez.
OLUMLAMA, zorlayıcı beyinlerin değil iyimser gönüllerin dilidir.
Reçetelerle çalışmaz. Senden matematik denklemlerini değil duygularının düğümünü çözmeni bekler.
DUYGULARININ DÜĞÜMÜNÜN KÖKTEN ÇÖZÜMÜNÜN ADI
KUR’ANTUM LEVH-İ MAHFUZ’DUR.
İnsan isimli fikirsel organizmanın,
düşünsel ağlarının topaklandığı,
bütün topakların düğümlendiği
ve bir araya geldiği kavşağın adı TANRI’dır.
Bir kitap, bir fikir, bir işletim sistemi ve bir hayata bakış açısı, zihnindeki Tanrı konseptini yerle bir eder de, yerine Kur’an-ı Devrim Levh-i Mahfuz’un SEVGİ dolu Dona’sını getirirse bu, olumlamaların Rabbinin senin hayatına başköşesine buyur edilmesi olur. Düğümler tek tek çözülmez. Birini çözerken diğerine dolanırsın. Eski sevgilinden sana miras kalmış dertleri çözerken, yeni sevgilinin ayağına takılırsın. Üçünüz de düşersiniz.
Sorunlarda takılı kalmanın adı değildir düşünmek. Düğümler, o anlamdaki düşünmelerle çözülmez. Düğümsüz bir dünyanın en keskin yolu, yepyeni bir ağ örmektir. Hayata bakış açını yepyeni bir iplikle, Kur’antum Levh-i Mahfuz ipliğiyle yeniden dikmektir.
Tedavülden kalkmış, artık tedavülden kalkması gerekli düşünce teknolojilerinin yaşatılma, işletilme maliyeti tahmininden çok fazladır.
Aynı muhteşem yemeği yiyen iki insandan birine ‘Bu ne muhteşem güzelliktir’ diğerine ‘Fena değil canım yemek işte’ dedirten, bu iki resim arasındaki iyimserlik, olumluluk farkını yaratan kavramın adıdır TANRI.
Birisinin onu seven onun da kendisini sevdiği sımsıcak bir tanrısı vardır.
Sorularına akıl ve mantıkla dolu cevaplar veren tanrısı. O yarattığından razı olmuş yarattığı da ondan razı bir TANRI.
Işte birinci muhteşem yemek, o Tanrının o Tanrısala ikram ettiği bir yemektir. Şükran alışverişinin sırrı bu mutluluk ilişkisindedir.
Diğeri ise, alevlenmiş karamsar cehennemlerle dolu dünyasında, varoluş nedenini yani tanrısını kaybettiği, belki de gerçek bir tanrısının hiç olmadığı, teneke tanrıcıkları başına tac kendisini ise onlara köle ettiği bir masada buluşmuştur o tabakta. Hiçbir lezzetin mutlu etmeye yetmeyeceği bir masadır orası. O yemek, dünyanın en azgın şelalelerinin bile onun içindeki ateşi söndürmeye yetmeyeceği için ‘fena değil’dir.
TANRI Kur’antum Levh-i Mahfuz da neden büyüktür?
Uçsuz bucaksız uzay yüzünden mi? Hayır. Bir kere uzay büyük değil sonsuzdur. Ve Tanrı’nın büyüklüğü yarattığı dağlarının yüksekliğinden ileri gelmez. TANRI, Tanrı’yla sorununu çözmek, dünyadaki bütün sorunları kökten olumlamak, kökten çözümlemek anlamı taşıdığı için büyüktür.
RAHMET, SONSUZ İYİMSERLİK ENERJİSİDİR.
MERHAMET, ÜZERİNE AKITILMIŞ OLUMLU DÜŞÜNCE KAYNAKSUYUDUR.
RAHMAN, İSE O OLUMLU ENERJİNİN KAYNAĞIDIR.
Kendi tanrısıyla buluşamamış hiçbir el, sınırsızca çağlayan olumluluk çeşmelerine uzanamaz. Bu çeşmenin kıyısından geçmemiş hiçbir paçaya sıçramaz MUTLULUK.
Santral ile aygıt arasındaki güç ilişkisi,
Rahman ile Rahim arasındaki olumlu-iyimser enerjinin bir alışverişidir.
Ve kırmızı Tanrı düğmesine basılmamış her bir sorun, bu yüzden sonsuza kadar yaşayıcı, ne yapsan olmuyor dedirtici ve bilesin ki başından hiç gitmeyicidir.
Kur’antum Levh-i Mahfuz ona,
Bütün düğmelerini tek bir düğmeye basarak
çözümleyebilme gücüne sahip olduğu için TANRI adını verir.
Düğmeye bas, ölümlülüğün tam ortasındaki bu olumluluk başlasın.
Düğmeye bas, düşüncelerin değişimleri tetiklesin.
Düğmeye bas, canına kasteden o sana ‘gıcık’ Tanrı mefhumu yenisiyle yer değiştirsin.
Düğmeye bas, Tanrı’nın sevgili kuluyum valla’larla dolsun ağzın.
Düğmeye bas, hınzır yapsın seni, üzerini şeytan tüyleriyle kaplasın.
Düğmeye bas, şanslılığın adını ancak ‘şeytan’ la taçlandıran yukarıdaki dünya görüşünden kurtarsın seni.
Bas o düğmeye, değişimin, dönüşümün,
YENİDEN DOĞUMUN BAŞLASIN.
Bardağın dolu tarafında süreceğin o yeni yaşam başlasın. Bardağın dolu tarafında fizik kurallarının bile daha farklı işlediğine tanık olacaksın.
SEN DÜĞMEYE BASTIĞINDA
MUTLULUĞUN İYİMSERLİKTE
CENNETİN İSE BARDAĞIN DOLU TARAFINDA
SAKLANDIĞINI AÇIĞA ÇIKARACAKSIN.”
buRAK özDEMİR
BİR KİTAP HAYAL EDİN
İÇİNDEN SONSUZLUĞUN KİTABI ÇIKSIN.
.
.
.